Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
YAZARLAR

Uzaklarda filler tepişip çimler ezilirken Moskova'dan hüzünlü bir fil öyküsü...

SUAT TAŞPINAR yazıyor: Siz Prima'yı muhtemelen hiç tanımadınız... Ve artık benim yazacaklarımla iktifa edeceksiniz mecburen.  Moskova hayvanat bahçesinin "primadonnası"ydı o...  Vaktiyle Moskova sirklerinde de arz-ı endam etmiş, muhitimizin "güzel kızı" idi...  Henüz 5 yaşındayken, 1986'da "perestroyka" devrinde getirilmişti Moskova'ya. Yani "eski tüfek"ti. Sovyet devrinin yadigarıydı... Normalde fillerin ömrü 60 ile 80 yaş arasında değişir; yani insan ömrüne yakındır. Prima çok genç yaşta göçtü dünyadan; bir Moskova kışını daha çıkarmaya ömrü vefa etmedi... 

35'indeki Palmira adlı fil ile "evliydi" ama yavruları olmamıştı... Arada bir başkası, "kuması" 32'lik Pepita da vardı ki, o bir kez doğurmuştu, dört yaşında bir "Moskviçka" olan Kaprida'nın anasıydı.

Bu üç filin kader çizgileri hep paralel gitmişti aslında. 1985'te filleri Vietnam devleti "yoldaş" Küba'ya armağa etmişti. Güney Asya'dan Karayiplere yelken açan emekçi filler Küba'da gümrüğe takılmış, hastalıklı diye iki ay karantinada tutulmuş, Havana hayvanat bahçesine giriş vizesi alamamıştı.

Bunu haber alan Leningrad (şimdiki St. Petersburg) hayvanat bahçesi fillere talip olmuş, yine okyanus ötesi bir yolculuğa çıkmıştı filler... Hannibal'in Kuzey Afrika'dan yola çıkan, İber yarımadasından gelip Alpler'i aşan ve Romalıları yenen filler ordusu kadar zahmetli bir yoldu teptikleri..

Orada kısa bir mola vermiş, hayatlarının ilk kışıya tanışmışlardı. Sonra da namları başkente varınca, Moskova hayvanat bahçesi ağırlığını koyup Prima, Palmira ve Pepta'yı -kimbilir belki Politbüro kararıyla- transfer etmişti. Ve termometrenin eksi 30 dereceyi gösterdiği bir kış günü, 27 yıl önce tren vagonunda talihlerine küfrederek varmışlardı şehr-i Moskova'ya...

O günden beri Moskova hayvanat bahçesinin alamet-i farikalarından oldular. Sayısız çocuğun "zoo" fotoğrafının vazgeçilmez fonuydular. Ben de oğlumu iki kere Prima, Palimira ve Pepta'ya götürmüştüm vaktiyle. .  "Moskova hatırası" fotoğraflarına deklanşör basmıştım. Son seferinde Kaprida bebek bir yaşına bile basmamıştı "Kaç yıl yaşar filler baba?" diye sormuştu oğlum. O zaman uzun yaşadıklarını biliyordum da, kaç yıl olduğunu bilmiyordum. "Merak etme oğlum" demiştim, "Sen de çocuğunun elinden tutup getirene kadar kesin yaşarlar!"

Dün trafik tıkanıp da nefes almak için yol kenarı bir kafede çay molası verdiğimde aldım acı haberi. "Bolşoy Gorod" dergisi yazıyordu. Kocası Palmira ile aşk dolu bir fotoğrafın altında birkaç paragrafla... Üç filin yaşamına dair malumatın çoğunu da  ilk defa orada okudum. 

Daha 32'sindeyken, istese de Moskova'da bulmayacağı "filler mezarlığına" ölüm yürüyüşünü genleri fısıldayacak yaşa gelemeden gidivermişti Prima... Ölümü yaklaşan yaşlı fillerin ormanın bir kıyısındaki fil mezarlığına yürüdüğünü, evvelinde ölenlerin kemiklerinin arasına kıvrılıp son uykusuna daldığını, hatta diğer fillerin her yıl belli zamanlarda bu mezarlığa ziyarete gittiklerini göremeden, bilemeden gitti... Ve fillerin insandan gayrı, ölülerini hatırlayan tek canlı olduklarını...

"Peki neden ölmüş?" diye sorduğum anda dergi malumata devam ediyordu: "Muhtemelen dişi yüzünden" diyordu. 26 dişi varmış fillerin. Ömrüleri boyunca, tam altı kez değişirlermiş.  Palimira'nın bir dişi, hayatının dördüncü seferinde yanlış çıkmış, diş etinin içinde ters yönde büyürken ağrısı yemeden içmeden kestirmiş, bağırsakları iflas etmişti... Doktorlar anesteziyle dişi almışlar ama ağrıdan hayata küsen Palmira kendini açlığa mahkum edip ölmüştü... Gidecek fil mezarlığı yoktu Moskova'nın kara kışında, üç beş güne kadar krematoryumda yakılıp küle dönecekti... Her ölüm erken ölümdü, Palmira'nın ki de...

Bir filin öyküsünü size uzun uzun anlatırken, memleketin birinde "fillerin tepişip çimenlerin ezildiği" şu karanlık günlerde, fil değil "insan olduğumuzu" unutturmak istedim biraz da... 

Ve de Palmira'ya, Yekta Kopan'ın "Fil mezarlığı" öyküsünden muhteşem satırlarla veda etmek istedim:

"Ah, bir de öpüşseydik sen uyumadan. Keşke. Güzel olurdu değil mi? Bu gecenin sabahına ulaşamayacağımı, gün doğmadan öleceğimi bilsek öpüşürdük belki. Öpüşürdük. Dilin dilime değerdi. Ama öyledir ya bazen, bir “keşke”ye dayanır hayat. Ne denir ki? Keşke biz de bilseydik filler gibi, ne zaman öleceğimizi."

19.12.2013

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Yıl biterken Rusya'daki işlerinizi geçen yıla kıyasla nasıl değerlendiriyorsunuz?
©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама