Bir beyaz güvercin oldu Nazım...
SUAT TAŞPINAR yazdı: “Nazım Usta bir kuş olsa... / Kanadında gümüş olsa... / Bir beyaz güvercin gibi /Özlemimiz şaha kalksa….” Nazım'ın görkemli mezar taşının üstünde bir beyaz güvercin duruyor. Tıpkı geçen seneki gibi. Tabii bir ben bunun farkındayım, bir de geçen 3 Haziran’da da mezar başında olanlar farkında! Törende salınan pamuk topağı güvercinler telaşla kaçışırken, biri uçup oraya konuyor yine.
Kalabalığın arasında bir heyecan dalgası yayılıyor. "Gördün mü güvercini? Uçmuyor, bize bakıyor..." diyor biri. Yaşlı bir kadın "Sanki Nazım'ın ruhu dolmuş içine, bizimle beraber sanki..."
Birkaç dakikada yüzlerce fotoğraf çekiliyor. Beyaz güvercinin umurunda değil. Büyük ustanın "rüzgara karşı yürüyen adam"ın başının üstünde yeri var; alemi seyrediyor.
Eh o güzel güvercin, o güzel hava, o coşku bizi bile zorla "şair" yapıyor işte! Girişteki mısralar ondan. Tıpkı Lehistan ovasına bakarken Nazım'ın, " Bir bizim ovaların baharları böyledir, Sesin var mı yok mu bakmaz, zorla türkü söyletir" dediği gibi... Bu manzara da adama zorla iki mısra yazdırır! Epey de deklanşör çaktırır.
Bu laf çoğu kez boşa harcanır, ama Nazım gerçekten "ölümsüz". Onun gibi zamana direnen, çağını aşan, mısraları hala çelik gibi ışıldayan, her daim genç ve heyecanlı kalan kaç şair var şu koca dünyada?
Ve Nazım tartıya vurulamaz bir adalet duygusu, haksızlıkla mücadele, memleket ve insan sevgisi üzerine kurduğu için tüm yaşamını, bugün Türkiye'de artık siyasi görüşü ne olursa olsun, her çevrede sevilen, takdir edilen bir ortak payda. Bir büyük vatansever. Devlet bile utana sıkıla vatandaşlığını iade etmedi mi?
Onun için Nazım yukarıda saydığım eşsiz hasletlerin sembolü olarak, herkesindir... Kimilerinin sandığının aksine, kendi küçük mahallelerinin mülkiyeti değildir. Nazım kimsenin tekeline alamayacağı kadar büyük, küçük dünyalara sığmayacak kadar büyük. Ne tapulu mal, ne irtifa hakkı. Nazım hepimizin serveti, ışığı, namusu, vicdanı... Unutmayalım.
Bu arada RTİB, Rusya’daki güzel geleneği canlı tuttu. Türk toplumunu yine buluşturdu, kaynaştırdı. Dünden bugüne, bu çaba için emeği geçen herkese (Hakan Aksay’dan Ali İhsan Akıskalıoğlu’na, Ali Galip Savaşır’a ve diğerlerine) tebrikler, teşekkürler.
"Taksim Gezi'ye destek" için açılan pankartlara gelince... Gurbette memleketle hemdert olanların, ülkesinin iyiliğini isteyen insanların samimi seslenişleriydi. Nazım’ın günü gölgelenmeden, ölçü kaçmadan, saygıda kusur edilmeden yapıldı dersek doğru olur. Kayıtsız kalınması zaten beklenemezdi.
Son not: 2000’de dönemin Moskova Büyükelçisi Nabi Şensoy bir tabuyu yıkmış, ilk kez “devleti” anma töreninde en üst düzeyde temsil etmişti. Sonraki yıllarda büyükelçiler hep mezar başında oldular. Ama o kadarıyla kaldı; devlet, Nazım’ı anma törenlerinin kapsamının genişletilmesi, hatta Moskova’da bir “Türk Haftası”na vesile olması için taşın altına elini sokmadı . Düne kadar büyükelçiler hiç değilse törende Nazım dostları ile yan yana, omuz omuza olur, Nazım’ın hakkını teslim eden konuşmalar yaparlardı. Bu sefer “konjonktür el vermeyince”, Taksim Gezi eylemlerinin heyecanı Moskova’ya, Nazım’ın başucuna kadar uzanınca, muhtemelen “ihtiyat” ağır bastı ve maalesef Nazım’ı devlet ayrı, halk ayrı andı. Tam da 50’nci yılda, hiç arzulanmasa da “birlik beraberlik ruhu”nun boynu bükük kaldı…
4.6.2013
Реклама