"Üçüncü sayfa" cesareti...
SUAT TAŞPINAR yazıyor: Uçakta pencere kenarında şişman, yaşlı bir adam oturuyor, orta koltuğa taşıyordu. Ben koridor tarafındaydım. Tepemde duran genç, teklifsizce daldı: "Abi sen ortaya geç istersen, daha kolay olur!" Muhatap almadım. Kalktım. Koridora çıktım. Yol verip, orta koltuğa oturmasını bekledim. Homurdanarak yerine geçti. Küstü! Başını koltuğa yaslar yaslamaz, uçağın kalkmasını bile bekleyemeden uyuklamaya başladı.
Bu sükunetin verdiği huzur-güven ortamının Moskova'ya inene kadar sürmesini diledim. "Kirpinin Zarafeti"ne gömüldüm. "Beklemeyi bilen için her şey vaktinde gelir" diyordu bir yerinde.
Yemek servisiyle beraber komşu koltuk uyandı, dillendi. Tatsız tanışma anımızdan doğan küskünlüğünü, rüyasında unutmuş gibiydi. "Abi ilk defa gidiyorsun Moskova'ya galiba, ha?" dedi.
Başıma bela sarmamak için 15 yıllık hatıratı açmadım, "Evet" dedim.
"Benim neredeyse bir yıl oldu. Moskovalı sayılırız" deyip kendi lafına güldü. Konuşmak için benden teşvik beklemedi. Ağız ishali sökün etti. Tekstil sattığını, Moskova'nın "Allah'ını şaşırtacak kadar pahalı olduğunu", ama "hatunlar için değdiğini", bu memlekette namusun esamesinin okunmadığını, iş yapmanın aslında hem zor hem kolay olduğunu, sihirli kelimeyi bildikten sonra "ancak dangalak olanın burada para kazanamayacağını" filan anlattı.
O noktada duramadım; "Neymiş o sihirli kelime?" dedim.
Otuzlu yaşlarının başındaki çipil gözleri ışıldadı. "Cesaret abi!" dedi, "İşin sırrı sadece cesarette!"
Sonra coştu: "Bu memlekette hiç korkmayacaksın, tırsmayacaksın! Dayılanana dayılanacaksın. Polisine memuruna bağıracaksın. Susarsan iyice ezerler. Hiç bir şeyden, hiç kimseden korkmayacaksın, Allah'tan gayrı. Haa bu arada iş yapıyorsan krediden, borçtan da korkmayacaksın, misliyle kazanıyorsun zaten. Kadınlarla da öyle, cesaret en önemlisi. Hepsine hamle yapacaksın, cesur olacaksın, beş hücumdan biri gol olur, di mi abi?"
İnerken kartvizitini zorla elime tutuşturdu. "Garibansın buralarda. Olur ya, lazım olur" dedi. Şehre beraber gitmeyi teklif etti, bir şekilde kıvırdım. Altın yüzükler ile künyenin taştığı tombul elini sallayıp gözden uzaklaşırken, son duyduğum lafı "Cesaret abi, önce cesaret!" oldu.
Beni alacak arabayı beklerken, aklım Tolstoy'un bir kahramanının cesaret tanımına gitti. "Gerektiği gibi davranana cesur derler" diyordu. Sonra Platon'un tanımını hatırlatıyordu, "Cesaret, korkulacak şeyden korkma, korkulmayacak şeyden korkmama bilgisidir."
Eve gidince o kitabı (Kafkas Tutsağı) buldum, vaktiyle altını çizdiğim satıları bir daha okudum. Uçakta yanıma oturan teklifsiz gencin cesaretinin, hala cehaletinden epeyce kısa kaldığını düşünerek:
"Sanırım her tehlike karşısında bir seçim söz konusudur, seçimini örneğin görev duygusunun etkisiyle yapan kişi cesurdur; ama seçimini bayağı bir duygunun etkisiyle yapan kişi korkaktır; çünkü ün kazanmak, merak ya da açgözlülük gibi nedenlerle hayatını tehlikeye atan kişiye cesur diyemeyiz ve bunun tersi olarak, seçimini aile görev ve sorumluluğu gibi saygı duyulacak duyguların etkisiyle ya da yalnızca inançlarının gereği olarak yapan kişiye de korkak diyemeyiz."
Uçaktaki gençle bir gün bir “üçüncü sayfa haberi” olarak karşılaşmamayı diledim.
17.4.2013
Реклама