Ilıcak neden "fuzuli adam" olmalı?
SUAT TAŞPINAR yazıyor: Yıllar önce, henüz başarı öyküsü Türkiye'de manşetlere çıkmamışken Erman Ilıcak ile St. Petersburg'da bir röportaj yapmıştım. Sağlam adımlarla zirveye doğru yürüdüğü yıllardı. Daha o zamanlar, "insan unsuru" diyordu ısrarla. Söyleşinin sonunda Nevski'de yürürken, "Türk patron şirketlerininin çoğunda işi alıp bir yerlere taşıyan profesyonellere 'Birlikte kazanacağız, birlikte yiyeceğiz' denir. Ama çoğu zaman bu, lafta kalır. Ben bu sözü iş felsefem yaptığım için başardım. Yola beraber çıktığım arkadaşlarımın çoğu bugün bu şirketin kar ortakları" demişti.
Dün RTİB'in "Zirve Toplantıları"nda kürsüdeki Ilıcak'ı dinlerken bu sözünü hatırladım. Sözünde durmuş, bu felsefeyi işinin odağı haline getirmiş, yıllardır ekibinden fire vermeden, aksine kat be kat büyüyerek zirveye oturmuş bir işadamının nadir rastlanan tevazusu ama kararlılığıyla anlatıyordu:
"Bizim sektörde birinci sırada işi getiren ilişkiler önemsenir. Sonra işi yaparken kullanılan makineler... İnsan unsuru en sonlarda kalır. Biz bunu değiştirdik. İnsan unsurunu en öne koyduk."
Bugün Rönesans, "A takımı"ndaki 15 kadar yöneticinin aynı zamanda "kar ortağı" oldukları, bu yüzden gözü dışarıda olmaksızın işlerine dört elle sarıldıkları, 30 bini bulan personelinin "Rönesanslı olmakla övündükleri" bir şirket. Ilıcak, Forbes listesinde her yıl yukarılara tırmanrken hala işinin başında günde 14 saat harcayan bir "emekçi"...
Sevdiğim bir laftır: "Zirveye çıkmak kabiliyet, zirvede kalmak karakter işidir" derler.
Rönesans, St. Petersburg'da 140 m2 bir ofis tamiratıyla başladığı noktadan milyarlarca dolarlık ciroya yükselerek "kabiliyetini" kanıtlamış bir şirket. Ama bu kadar zorlu pazarlarda temposunu yıllardır düşürmeden, işçisinden-mühendisinden beddua işitmeden, vitesi sürekli büyüterek ilerlemesi bence bu kabiliyete eklediği "iş ahlakı ve karakteri" ile de doğrudan ilgili. Öbür türlü zirveye çıkıldığı hızla paldır küldür düşülüyor. Rusya'da, hele de inşaat sektöründe bunun çok örneğine tanık olduk.
Dün Erman Ilıcak'a bir soru sordum: "İshak Alaton'a bir söyleşide 'Şirketinizde en büyük kişisel hedefiniz nedir?' diye sorulmuştu. 'Tek hedefim var; şirketimde 'fuzuli adam' olmak' demişti. Sizin hedefiniz ne? Erman Ilıcak şirketinde ne zaman 'fuzuli adam' olabilir?"
Gülerek, "Aman! Yok! Ben hiç fuzuli adam olmak istemem. Ben hala günde 14 saat çalışıyorum" diye heyecanla yanıt verdi.
İşin esprisi bir yana, bana kalırsa bir insanın kendi işinde "fuzuli" olmasında bir beis yok. Bu, o işin, kendisinin dahli olmadan da layıkınca yürümesi anlamına gelir. Yani "fuzuli adam" olabilmek büyük başarıdır. Yoksa Sait Faik'in muhteşem öyküsünün kötü örneği "Lüzumsuz adam" gibi olmak değildir!
Darılmasın ama, Erman Ilıcak'ın kendi işinde "fuzuli adam" olmasını arzu etmemin ve dün ona bu soruyu sormamın bir başka nedeni var:
Türkiye-Rusya hattında en zayıf halka, toplumsal ilişkiler. Siyaset ve ticaretteki yüksek tempoya, işin o boyutunda yükselemiyoruz. Devletler arası anlaşmayla kurulan Toplumsal Konsey, işte bu cepheye yüklenecek. Ama -anlatması uzun sürecek- nedenlerle henüz ses var görüntü yok. Bu konseyin üyelerinden olan Erman Ilıcak'ın, suyun önündeki taşı kaldırabilecek "zaruri" isimlerden biri olduğuna inanıyorum.
Gönül istiyor ki, kendi işinde başarı öyküsüyle alkış toplayan Ilıcak ve onun gibi isimler, Türkiye-Rusya halkları arasında dostluk bahçesini yeşertecek, sosyal ilişkileri geliştirecek, önyargıları yıkacak, geleceğimizin ortak paydalarını yaratacak somut projelere daha fazla zaman, enerji, emek ve para harcayabilsinler.
O zaman onları, "gönüllerimizin Forbes listesi"nde en yukarıya yazmanın keyfini yaşarız.
12.4.2013
Реклама