Kapitalistler Moskova'ya!
KAAN AKOBA yazıyor: Bir gün hani olur da, Rusya ve Rusya halkı hakkında bir şeyler kaleme almayı bırakırsam, bu vazgeçişin nedenleri arasında Hakan Aksay, mutlaka önlerde bir yerde olacaktır. 1981'den beri çoğunlukla Rusya'da ama Rusya'da olmadığı zamanlarda da yine Rusya ile yaşayan bir gazeteci Hakan Aksay. Leningrad Üniversitesi'ni, Rusların dahi çok nadir gerçekleştirebildikleri bir şekilde 'kızıl diploma' ile bitiriyor.
Yazarın tarihe düştüğü notlarının, yıllar sonra belki ancak 'kötü kopyaları'nı yazmak ile nafile zaman geçiriyor gibi hissetmeme neden olan ise, 1995 yılında yayınlanan kitabı, Kapitalistler Moskova'ya.
Blog'a başlamadan önce sanal alemde şöyle bir gezindim, kitap ile ilgili neler yazılmış, kim neresini beğenmiş neresinden rahatsız olmuş, hangi eleştirileri getirmiş öğreneyim istedim.
Onca sayfa gezdim, sitelere girdim çıktım, kitabın aradabulasın.com'da 8 liraya satıldığını öğrenmek dışında hiçbir şey göremedim. Nasıl bir ülkeyiz biz, bin yıl Rusya'da kalmış bir gazetecinin Rusya'yı, Rusları, bir devri anlattığı kitap ile ilgili tek bir eleştiri yazısı olmaz mı? Bu ülkede hiç mi eleştirmen yok, herkes kafasına göre kitap seçmenin özgürlüğünü mü yaşıyor, ya da ne moda ise sadece o kitapları mı okuyoruz?
Yazar ile ilgili dedikodu ise istemediğiniz kadar çok. Onca yıl Rusya'da kaldıktan sonra şimdi neden memlekete(!) dönüyormuş'tan tutun da, Taraf-Birgün'de yazı yazması hakkındaki uçuk kaçık senaryolara kadar.
Adam gazeteci değil mi, kim bir öneri getirmişse, o da yazdıklarına karışılmaması kaydıyla kabul edip muhtemelen başlamıştır daktilosunun tuşlarına vurmaya. İbrahim Tatlıses'in Oxford hikayesine bağlamayayım diyorum ama sanki, ''Gel Washington Post'ta yaz'' demişler de o da kabul mü etmemiş? Bir de Beyaz Rusçuluk ile itham ediyorlar ki, artık söyleyecek söz kalmıyor biraz aklı, vicdanı olana.
Bir yerde kendisi de, soru üzerine KGB'den maaş aldığını belirtmiş. Aman diyeyim, yarın kesip biçer adamın önüne koyarlar bunu da, kimseye şaka yaptığını anlatamaz sonra. Öyle Gırgır, Fırt zamanları yok artık. Mizah dergileri 'yok satmıyor', 'yok' yani hakikakaten de satmıyor. Mizah ya öldü ya da ölüm uykusuna yattı, hele de siyasi mizah.
Biliyorum ki burada da yazı biraz uzadı mı kimse okumuyor, o yüzden bir de ben laf kalabalığı yaparken yazarın kitabına haksızlık etmeyeyim. Gerçi bugüne kadar eden edeceğini etmiş ya neyse, ama yine de bir de benden bulmasın...
Hakan Aksay duygu insanı ve kitaba da doğal olarak duygularını yansıtmış. Yaşadıklarını (gerçekte ya da hayal dünyasında) o kadar güzel anlatmış ki bundan iyisi olmaz, anlatılamaz diye düşünüyor insan.
Kitabın basım tarihi 1995. Şimdi neredeyse artık atasözü düzeyinde kullanılan, ''Çirkin kadın yoktur, az vodka vardır'' cümlesi bile sanki daha o zamanlarda ilk kez yazar tarafından ulusal medyanın ve içki masalarının kullanımına sunulmuş gibi. İkinci en büyük geyik,''Rusların sıcak denizlere inmesi'' ile ilgili ise kitapta bir şey bulamamanın doğrusu hayal kırıklığını yaşadım. Demek o, kitaptan da eskiymiş.
Yazdıklarını okumadan, bir insanı tanımadan suçlamak ne kadar kolay bir şey. Şimdi bakıyorum da internette 'milliyetçi' olmakla bile suçlanmış(!). Halbuki Aksay, kitaptaki ilk yazılarından birisine şöyle başlıyor,
''Komünizm-antikomünizm mücadelelerinden kalan küf kokulu milliyetçi tortu..''
Çamur atmak bu kadar da sıradan, günlük işlerimizden biri haline gelmemeli. Malum, çağımızda son derece etkili çamaşır deterjanları, bol devirli tam otomatik çamaşır makineleri var ancak bunların hiçbiri çamur atmayı bu kadar da kolaylaştırmamalı. Hele bir internet lekesi var ki yıkamakla bile çıkmıyor. Birisi sizin hakkınızda bir şey yazıyor, sonradan yalan olduğu kanıtlansa bile silmek mümkün olmuyor.
Rusya'yı hem seviyor hem de ona kızıyor. Bazen kaçıp gitmek istiyor bazen de bir sevgili gibi elini hiç bırakmamak. Her bir duygusunun kendince haklı sebepleri var elbette. Neden sevdiğini anlatırken, siz de onunla beraber Rusya'ya sarılıyorsunuz. Sonra birden sizi başka bir öykünün içine alıveriyor ve kendinizi Rusya'ya, insanına, havasına, doğasına ama illa ki bir şeyine kızarken buluyorsunuz.
Devrim yapan halka güvenirken, yine aynı halkın karşı devrime sessiz desteklerinde ise onlara tüm inancını yitirir gibi oluyor. ''Neyse'' diyor, ''Sonuçta bu adamlar her seferinde yoktan var ettiler bu ülkeyi, ergeç yine bunu başarırlar.''
Unutmadan yazmak gerek, muhtemelen kibarlığından çok açıkça söylemiyor ama; üç günlüğüne Rusya'ya gelip de biranda kendilerini uzman olarak tanıtıp ahkam kesenlere, çaktırmasa da sanırım çok gıcık oluyor Aksay.
Bugünlerde daha çok zayıf mankenlerin beden ölçüsü olarak ifade edilen 'sıfır' derecesinde kompleksi var. Neyse o. Maskelerin arkasına da saklanmıyor, unvanların üstüne çıkıp, tepeden de bakmıyor olaylara. İçinden, yüreğinden, tam merkezinden, sıfır noktasından yaklaşıyor.
Gazeteci, yazmak onun işi. Sevdiği işi yapıyor yapmasına da başka ülkelerde olsa el üstünde tutulacak bu tür insanları, değerlendirmek yerine küstürmekte devlet-millet olarak üstümüze yok. Bunca bilgisi, ilgisi, ilişkisi, tanıdığı, çevresi olan birisinden yararlanmamak için ne olmamız(!) gerek, doğrusu bilemiyorum.
Yaşamın Sıradan Renkleri'nde, yaşadığı apartmanın karşısındaki binada olan biteni anlatıyor. Bence sadece o yazı için bile kitabı alıp okumak gerekli. Komşularını, pencerenin dışında kaygısızca gezinen kediye varana kadar gözlüyor, analiz ediyor.
Bu, ancak gelişmiş hayal dünyası olan, gerçek insanlara has bir şeydir ama maalesef bazıları bu yazıyı okuyunca ''Vay adama bak, bildiğin röntgenciymiş, bir de utanmadan yazmış'' da diyebiliyorlar. Ancak daha önceden de dediğim gibi onun kimseye borcu yok, bildiğini, gördüğünü gazetecinin 'haber' tarafsızlığı içinde yazıyor.
Kapitalistler Moskova'ya aslında bir dönemi anlatıyor, Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve yerine yeni bir devletin kuruluş sancılarını. Bu arada,kimse kitap ile ilgili tek satır bile yazmazken, aklıma gelenlere ise gülüyorum. Bir film, hadi ondan vazgeçtim belgesel olsun yapılmaz mı? Mimar Sinan Güzel Sanatlar'dan birileri eline kamera alıp bu anlatılanlara uygun bir şeyler çek(e)mez mi? Ya da çekerlerse bu kez bu görüntüler, hadi yayınlanacak kanal da bulsalar dahi, evlilik programları kadar bile mi ilgi çekmez?
Yanlış anlaşılmak kaygısı belki yok ama yine de kimseye haksızlık etmeme gayreti ile gözlemlerini aktarıyor. Herkese önce insan olarak baktığından, ekmek parası kazanmaya çalışan hayat kadınlarının zamanını boşu boşuna almamaya da özen gösteriyor. Her şeyin, herkesin iyisini de kötüsünü ortaya koyuyor. Adalet duygusu içerisinde, kendince haklıyı ve haksızı örnekliyor.
Anlatılarının arasına serpiştirilen cümlelerinde, didaktizm de doğrusu tam tadında. ''Dünya işçilerinin ideali, Rus işçisi gibi çalışıp Amerikan işçisi gibi kazanmaktır.''
Üstelik de 'eski' bir komünist olmasına rağmen Albert Camus'un bir cümlesini de yeri geldiğinde okurla paylaşmakta bir sakınca görmüyor, ''Gelecekle ilgili yaklaşımları nedeniyle, komünizm ile din arasında paralellikler vardır. Her ikisi de vaatler üzerine kuruludur ve bugünü değil yarını hedef gösterirler.''
Kitabın basıldığı tarihten bugüne neredeyse iki on yıl geçmiş. Moskova, o günlerdeki 'köyden şehire yeni gelmiş taze gelin' havasından çoktan çıktı, şimdiki durumuna uygun sözcük çok ama, belirtmek 'hoş' olmayabileceğinden yazmamayı tercih ediyorum. O günlerin Moskovası ile ilgili hiçbir yerde bulunmayacak somut gerçekler var kitapta. Ezber değil, yaşanmışlıklar. Yıllar sonra her şey ama her şey çarpıtıldığında, filmler bu uğurda kullanıldıklarında, kalan nadir gerçeklerden birisi de Hakan Aksay'ın bu kitabı olacak galiba.
Rusya dışındaki ülkelerin vatandaşları bizim kadar şanslı değiller. Sanmıyorum ki o günlerin Rusyasını bu kadar güzel anlatan başka dillerde kitaplar olsun. İşte, KGB'nin başrolünde olduğu macera filmleri, güzel kadınlar ile allanıp pullanıp yedirilmeye çalışılan James Bond'lar falan. Ya da Amerikanın halkı bir kenara koyup, komünizmi nasıl perişan ettiğini gururla anlattığı belgeseller. Kimse halka olması gerektiği gibi öncelik verip, onların gerçek öykülerini Hakan Aksay gibi anlatmış olmayacak.
Elin adamı bu kitabı yazsa, Sosyoloji Fakültelerinde ders kitabı yapar, Rusya'ya gidecek vatandaşlarının da çantalarına koyarlar ki gittikleri ülke hakkında adam gibi bilgi sahibi olabilsinler diye. Bizde ise ihracatı arttıracağız diyerek tüccara gaz verirken, eski mankenleri oyuncu, büyükelçi kızlarını yazar, futbolcuları milletvekili yapıyor, bir ülke aydınını ise sırf gazete patronlarına yanaşmak konusunda çok da yetenekli (!) olmadığı ve istenileni hazırolda yapmak isteği de taşımıyor diye bir kenarda unutmayı, unutturmayı tercih ediyoruz.
28.11.2012
Реклама