Zirvenin kazanımı "eşitlik" mi?
Bu zirveye dair sorunlu noktalar, ilişkilerin ilk defa gerçek anlamda "eşitlikçi" bir konuma taşındığı havasını veriyor.
Bunu açıklamak için biraz geriye gitmemiz, plağı başa almamiz lazım.
Çok değil 10 yıl öncesine kadar Rusya, Türkiye'ye "kendi bağımsız politikalarını belirleyip uygulamaya muktedir bir ülke" gözüyle bakmıyordu. Türkiye'nin "güdümlü" bir dış politika izlediğini düşünüyordu. Batı'daki müttefiklerine "rağmen" stratejik makas değişikliği yapıp kendi gündemini belirleyebileceğinden, en hafif deyimle "kuşku" duyuyordu. Geçmiş, özellikle de enerji politikalarında bunun örnekleriyle dolduydu.
Türkiye "muktedir olma yolunda" olduğunun ilk sinyalini, ABD'nin açık tehdidine rağmen Mavi Akım projesine girişerek verdi. Akabinde Erdoğan hükümetinin bağımsız Rusya politikalarındaki kararlılığı, Moskova'da ezberleri bozmaya başladı. İki ülke arasında "güven ortamı" pekişti.
Ancak herşeye rağmen son 10 yılın politikaları, genellikle Rusya'nın "alıcı", Türkiye'nin "verici" olduğu bir görüntüyle geçti. Genel kanı, "Rusya'nın özellikle enerji politikaları açısından ne istediğini bildiği, bunların somut olarak peşinden koştuğu ve koparmaya başladığı"; Türkiye'nin ise eşit ağırlıkta somut kazanımlardan çok, "Rusya ile iyi ilişki ortamı yaratılmasıyla" yetinen bir politikayla "idare ettiği"ydi.
Son gezi, kapalı kapılar ardında sert müzakerelerin yapıldığı, iki tarafın da kendi haklılığını kabul ettirmek için sesini yükselttiği, sonunda gülücükler içinde medyanın karşısına çıkılmayan; aksine gerginliğin neredeyse elle tuttulduğu bir ortamda noktalandı.
Her ne kadar iki taraf da durum tesbiti yaparken kelimeleri özenle seçmeye çalışsalar da, alenen söylenenler "söylenemeyenlerin" işaret fişeği oldu. İgor Seçin'in "Türkiye'nin Güney Akım'a neden izin vermediğini anlamadık" demesi, Güney Akım olmazsa Karadeniz kıyısına inşa edilecek sıvılaştırma tesisi ile gazı tankerlerle Boğazlar'dan geçirebileceğini söyleyip Montrö'yü dayanak yapması anlamlıydı. Hatta bazı Rus analistler, "Rusya Türkiye'ye havuç yerine sopa gösteriyor" yorumunu bile yaptı. Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın Hürriyet'e verdiği demeçte, "Rusya büyük ülke. Ama Türkiye de küçük ülke değil" demesi, büyük fotoğrafı anlamamıza yarayacak "küçük parçalar" olarak oltaya takıldı.
Türkiye ile Rusya arasında son zirvede "zirve yapan" sorunlar olduğu aşikar. Ama büyük projeler büyük sorunlar aşılarak hayata geçirilebiliyor. Güney Akım'dan Samsun-Ceyhan'a herşey masada. Ama bu, "masada kalacakları" anlamına gelmiyor. Yeter ki "birilerinin" değil, "memleketin" çıkarları için kavga etme çizgisinden sapılmasın. Kimsenin kapıyı vurup çıkacak hali ve niyeti yok. Konuşulacak, tartışılacak ve umarız anlaşılacak. "Öldürmeyen her yara güçlendirir" misali, bu zorlu müzakereler de ilişkileri güçlendirecek bir faktör olabilir.
Son Moskova zirvesindeki "sonuçsuzluğa" rağmen umut veren tablo, Ankara-Moskova ilişkilerinde artık "iki eşit tarafın" masada oturduğu görüntüsüdür. Belki karşı tarafı "şaşırtan" da bu duruş olabilir.
Bu kadar yatırımcısı, müteşebbisi Rusya'yı fethederken Türkiye Rusya ile "bozuşmayı" göze alamaz; 3 milyon vatandaşı tatil yaparken, yatırımları artarken Rusya da Türkiye'ye "Belarus muamalesi" yapamaz.
İki "eşit" taraf, masada bir bilek güreşi için değil, kimsenin masadan "yenildiğini hissederek" kalkmayacağı bir "orta yol" için oturduklarını unutmaz, unutamaz. En azından mevcut "reel politik" böyle olacağına dair umutları canlı tutuyor. Hele de alev topuna dönen dünyanın gittiği nokta, iki ülkenin saflarını yakınlaştırması gerektiği gerçeğini dayatırken...
22.3.2011
Реклама