Ümitsizliği değil, imkansızlığı sevmek
* * *
3 Haziran sabahı...
Saat 10.30...
Nazım’ın mezarı başındaydık.
Omuz omuzaydık.
Hiç değilse bir saat, başka dertlerden azadeydik.
Kulaklarımızda onun şiirileri, yüreğimizde onun sevgisiyle başbaşaydık.
Ünvanlardan, payelerden, komplekslerden kurtulmuştuk.
Gündelik dertlerden sıyrılmıştık.
Hepimiz bir “ortak payda”da buluşmuştuk.
Başımız dikti.
Göğsümüz ilerdeydi.
Hayatta parayla pulla ölçülmeyen şeyler olduğunu o an özellikle
düşünmesek de, zaten anlamıştık.
“Adalet duygusu” taze bahar kokusu gibi ciğerimize dolmuştu.
Zaten orada olmamız, sol yüreğimizin altındaki cevahirin henüz
kararmadığına delaletti.
Başka dünyaların başka denizlerinde kürek çeksek de...
Başka ünvanlarla, başka işlerle-güçlerle, başka inançlarla, başka dünya
görüşüyle hepimiz bambaşka dünyalarda olsak da...
ışte orada, o an, o “ortak payda”da buluşmanın huzuru, kıvancı vardı
hepimizin gözünde...
Yaşarken çektiği onca acıdan damıtıp, hepimize bir hayat suyu sunmuştu
Nazım.
Yana yana yürüyüp, çıkılacak aydınlığı göstermişti...
Beyaz güvercinler uçuyordu tepemizde...
Nazım hepsinin kanat vuruşunda gülümsüyordu bize.
Çok farklı olsak da, aslında nasıl “aynı” olduğumuzu anlatıyordu.
Aynı adalet duygusu...
Aynı “haksızlığa direnme” inancı...
Aynı “umutsuzluğu değil, ama imkansızlığı sevme” tutkusu...
Aynı “insan sevgisi”.
Aynı “yarınlar bizim ellerimizde” ülküsü.
Aynı “davete icabet” hali.
“Ortak paydamız” idi Nazım...
Bir kez daha “farkılıklarımızı” sıfırla çarptı Nazım dün..
Birkaç saatliğine de olsa.
ınsan olduğumuzla, Nazım’a sahip olduğumuzla, şu elimizdeki hayata başka
bir açıdan bakıp vakıf olmamızla gururlanıp, göğüslerimizi bir
iyimserlik yelkeniyle şişirip dağıldık mezar başından...
Önümüzde yine aynı canına yandığımın “aslolan hayatı” bekliyordu, bütün
karmakarışıklığı ile...
Bir dahaki 3 Haziran’ı şimdiden iple çekerek Moskova cangılında
kaybolduk...
4.6.2010
Реклама