Orta yerde duran hayat
ışin doğrusu, medyanın projektörleri çevrilince şu ‘özel hayat’
dedikleri şeye pek aklım ermiyor. Ne Rusya’da, ne Türkiye’de...
Nerede
başlar, nerede biter? Tadını çıkarmakla suyunu çıkarmak arasındaki ince
çizgiyi kim çizer? Adil bir kıstas var mıdır, yoksa ‘güçlü’ olanın
nalıncı keseri mi bu işi görür? Ne zaman sahibine ait, ne zaman kamuya
mal olur? Ne kadarını haber yapıp ‘kamu yararı’ sosuyla sureti haktan
görünmek mümkündür? Ne kadarı ölçüyü kaçırmak hanesine yazılır?
Otuz iki kısım tekmili birden, pehlivan tefrikası gibi uzadıkça uzayan
‘Baykal vakası’na uzaktan bakarken, aklıma takılan sorular bunlar.
Kimisi ‘özel hayata tecavüz’den dem vuruyor, kimisi ‘kamuya mal olan
siyasetçilerin özel hayatı olmayacağını’ söylüyor.
Medyada bu konuda
döktüren büyüklerimizi okudukça midem ağzıma doğru ayaklanıyor. Ne kadar
arlanmaz bir çifte standart çağında yaşadığımızı düşünüyorum.
Ahkam
kesmeden önce dönüp medyamızın ‘üçüncü sayfa’ hallerini ayna diye
yüzümüze tutup utanmak geliyor içimden. Alemin günahını boynuma
alıyorum.
Yaşadığınız memlekette her gün kaç insan medyanın yargısız infaz
haberleriyle insan içine çıkamaz hale düşürülüyor?
Kaç ailenin boşanma
davasından ‘kamu yararı’ diye en mahrem sırlar manşetlere çıkarılıp, o
insanların hayatı kaydırılıyor?
Kaç çocuk, ebeveynleriyle ilgili
teklifsiz-tedbirsiz-tekzipsiz haberler yüzünden canına kıyacak oluyor?
Kaç insan, sözde habere konu olurken boynunda bir yaftayla ağzından
salyalar akan kalabalıkların önüne atılıyor?
Kaç zavallı insanın gizli
kamera görüntüleri internet pazarına çıkarılıp hak-hukuku-özel hayatın
esamesi okunmadan yüz binlerce ‘hit’le ikiyüzlü hayatımıza meze oluyor?
Adı Baykal olmayan kaç özel hayata kurşun sıkılıyor?
Ve bu olayların çoğunda tanık süsüyle ortada dolaşan, velakin yargısız
infazın sanığı olan, elinde kan damlayan kalemini bıçak gibi sallayan
medya, ne zaman işin ucu zülfiyare dokunsa, ‘hatırlılar’ vitrine çıksa,
çiğneyip geçtiği tüm prensipleri, insanlığı yüceltecek bütün değerleri
hatırlıyor. Özel hayatın dokunulmazlığı bayraklaşıyor.
Oysa çok değil,
sadece bir tek gün yaptıkları gazeteleri açsalar, satır satır okusalar,
kaç sayfada kaç insanın ipini çektiklerini, kaç ‘özel’ hayatın dibine
kibrit suyu döktüklerini hesaplasalar... Cellatın hakimden, maktülün
katilden ayır edilemeyeceği, at izinin it iziyle karıştığı bir alemde,
yaşanan her şey işte o yüzden “Müstehaksızınız” diye inliyor kulağımızın
dibinde...
Oysa çok basit: Kendine yapılmasını istemediğin şeyin sadece
‘hatırlılara’ değil, hiçbir ‘insana’ yapılmamasını hayatının kuralı
yapacaksın; o kadar.
Özel hayat işte böyle acayip bir şey... Rusya’da bazen yumrukla
korunuyor, bazen tehditle. Çoğu kez can korkusundaki medyanın otosansüre
varan otokontrolüyle.
Kendi özel hayatlarının üstünü özenle kapatanlar,
ufacık bir ışık sızdırmayanlar, bazen bir muhalifin en olmadık tuzak
görüntüleri internete düştüğünde ya da bir masumun özel hayatına hançer
saplandığında ‘üç maymunu’ oynuyorlar. Yani Türkiye’den pek farkı yok.
Çünkü onlar da ‘eşitlerin adil düyasında’ yaşadığımıza inanmıyorlar.
Öyle olsun diye de uğraşmıyorlar. Herkes kendi ‘ayrıcalığını’ koruma
peşinde. Tıpkı medyanın ‘çıplak kralları’ gibi. ıktidarları, tüm
nobranlıklarının üstünde ışıltılı bir kalkan gibi duruyor.
Oysa adalet
olmadıkça iktidar dediğiniz şey dışınızı cilalıyor, ama içinizdeki pası
öldürmüyor.
Adı, makamı, ünvanı ne olursa olsun... Hüküm vermek için etrafınızdaki
insanların ‘özel’ hayatlarını eşelemeye hiç gerek yok. Orta yerde duran
‘hayatlarına’ bakın yeter. Neyin ne olduğunu anlarsınız.
16/5/2010
Реклама