Kedinin kuyruğundaki hayat
Sonra yine o etimden et koparan korkunç ses bahçeyi aşıp geldi. Elimde dürbün olmasa da, Hitchcock’un “Arka Pencere”sindeki gibi, komşuları dikizlemek için pencereye doğru ok gibi fırladım.
Dikizlemeye gerek kalmadı. Her şey meydandaydı. Epeyce bir komşu, sitenin ortasındaki çocuk parkında toplanmıştı. Bu kadar çok insanı, bizi kazıkladığından kimsenin kuşkusu olmayan site yöneticisi şirketi azletme umuduyla geçen yaz toplandığımızda bile görmemiştim. O toplantıda yönetime talip olan Yahudi komşumuzun adını, apartman aidatı ödemeyenlerin kara listesinde ilk sırada görünce hayli afallamıştım ya, o ayrı bir mevzu.
Pencereden olup biteni kestirmeye çalıştım. Eksi 20 dereceyi bulan ayazda toplanan kalabalığın tepesi buharlı lokomoif gibi tütüyordu. Bu, ortada acil bir durum olduğuna ve her kafadan bir ses çıktığına işaretti. Ahali, yılbaşı süsü niyetine yanar-söner rengarenk minik lambaların dallarına dolandığı bir ağaca bakıp hararetle tartışıyodu. Ded Moroz (Rusların Noel Baba’sı... Bizim oğlanın Türkçesiyle ‘Kar Dede’!) erkenden hediye getirmediyse, bu kalabalığın altında bir çapanoğlu vardı.
Gazetecilik damarım, iflah kesen ayaza baskın çıktı. Sıkıca giyinip aşağı indim. Dört yıldır hiç görmediğim kadar komşuyu birarada görmek hoşuma gitti. Çoğu selam bile vermeyen, arabasından ayakkabısına kadar birbirini süzüp not veren, kendi duvarlarının arkasında yaşayan komşular, omuz omuzaydı.
Mevzuyu çaktım. Anlaşılan kedinin biri önce oyun kulübesinin üstüne, oradan da minik lambaların cazibesine kapılıp ağacı zıplamıştı. Ama tırmandığıyla kalmış, tepede bir yerde, ağacı saran kablolara dolanıp tam ‘sarman’ olmuştu. Buz tutan kablolarının kapanından kurtulamayınca da basıyordu feryadı.
Ukrayna köylüsü güvenlik görevlisi, dut silkeler gibi ağacı sallayınca kedi daha bir canhıraş bağırdı. Asansörü her binişinde ağır bir parfümle yıkayan, kimseye göz ucuyla bile selam vermeye tenezzül etmeyen o kokona teyze bile, neredeyse iki göz iki çeşme ağlayacak haldeydi. “Ne yapıyorsun, öldüreceksin hayvanı?” diye bağırınca ilk kez ses tonunu duymuş oldum.
Adam yerine konmayan Tacik temizlikçi çocukların, ağaca tırmanıp kediyi kurtarsınlar diye sırtı sıvazlanmaya başladı.
Hep üstünde kocaman “Rusya” yazılı eşofmanla gördüğüm çekik gözlü, yalaka komşu, Lexus’unu kaldırıma park ettiği için kıl olduğum kürklü genç kadının sigarasını yakıp ilk kez bir teşekkür işitti, iki çift laf etti.
Evdeki tamirat gürültüsüne kızıp kapımızı tekmeleyen, olmayan selamı sabahı da kestiğim üst kattaki mafya kılıklı şişko bile, “Zavallı kedi... ıtfaiye mi çağırsak acaba komşu?” diye benimle istişareye girişti.
Muhabbeti ilerleterek kediyi unutanları, kartvizit alışverişinde bulunanları, “Keşke sizinle daha önce tanışmış olsaydık, arabayı size satardık” diye hayıflanan birini bile gördüm.
Zavallı kedicik yukarıda ruhunu teslim ederken ulvi bir amaca hizmet etmiş, site sakinlerinin ortak paydası ve kaygısı oluvermişti işte.
Kimileri merdiven dayamayı, bir başkası ağaç bir yetişkini taşıyacak kadar sağlam görünmediği için toraman oğlunu tırmandırmayı, güleç yüzlü Ermeni komşu ip bağlayıp dalı kırmayı teklif etti.
Derken iki usta, ellerinde epeyce yüksek bir merdivenle soğuktan sakalları bıyıkları buza kesmiş halde koşaradım geldiler. Ve kurtarma operasyonu bir dakikada tamamlandı. Ağacı kuşatanlar sanki Rusya Slovenya’yı yenmiş de Dünya Kupası’na katılma hakkı kazanmış gibi sevindiler. Alkışlar, “hurra”lar arasında kedi yeryüzüne indi. Operasyon tamamlandı. Ama o an büyü de bozuldu işte:
Ortak paydamız kalmadı. Ahalinin harareti, muhabbeti söndü. Soğuğun da etkisiyle herkes koşar adım evine, kendi dünyasına döndü. Bir zavallı hayvan sayesinde,yarım saatliğine de olsa insan olduğumuzu, komşu olduğumuzu, yan yana yaşadığımızı hatırladık. Sonra ışık hızıyla unuttuk. Kedi kuyruğunu kıstırıp sıcak bir köşe buma umuduyla buzlardan sekip gitti. Bize birkaç kedi daha gerektiğine hükmettim.
20.12.2009
Реклама