PAZAR YAZISI/ "Eskiden sucuk, zeytin isterdi. Ama şimdi..."
Kimileri kendince uyanık bir strateji izliyor, aklındaki soruyu
doğrudan sormadan evvel başka şeyler alıyor ya da almaya hevesli
görünüyorlardı. Maksat kadının gardını düşürmek, üzerinde iyi intiba
yaratmaktı. Hatta kimileri, gereksiz kelime sarf ediyor, kadına
sağlığını soruyordu. Ama o hiç istifini bozmuyor, gevşemiyor, hiç
umut vermiyor ve belirsiz vadelere havale ederek herkesi sürüyordu.
Hepimiz sıra bize geldiğinde neyle yüzleşeceğimizi bal gibi bile bile,
sonuna kadar gitmenin dayanılmaz çekiciliğine kapılarak bekliyor,
bekliyorduk...
Benim sıram yaklaşırken heyecanla ihtimal hesapları yapıyordum. Sorumu
hangi cümlelerle soracağımı kafamda tartıp biçiyordum. Pek azını
bildiğim saygı, nezaket kelimelerini öne alırsam bunun şansımı ne kadar
arttıracağını tartmaya çalışıyordum.
Elbette durum tamamen umutsuz gibi görünse de öyle olmayabilirdi. Bir
kere ben burada bekleyen ‘herkes’ten farklıydım. Bu insanlar buraya
hücum etmeye başlamadan evvel de sürekli gelir, en az haftada bir kez,
genelde bir kağıda yazılı mühim kelimeyi yaşlı kadına gösterir, saygı
dolu bir tebessümü eksik etmeden işlemin tamamlanmasını beklerdim.
Girişte ve çıkışta “iyi günler” dileklerimi, kimileri gibi ağzımın
kenarıyla değil, yürekten ve onun duyacağı şekilde gür bir sesle
söylerdim.
ışte bunların bir faydası olurdu belki de. Kimbilir, Sovyet
devrinden kalma bir alışkanlıkla kadın ihtiyatlı davranmış ve
mahallenin parti yöneticisini hesaba katarak, asla reddedilemeyecek
durumlar için bir şeyler düşünmüş olabilirdi. Tanrı yardım ederse,
belki ben de o kontenjana bir seferliğine girebilirdim.
Bunları düşünüp dururken ansızın sıranın bana geldiğini anladım.
Hesapta hazırlık yaptığım o an, yine hazırlıksız çıka gelmişti. En
güzel kelimeleri hatırlayamadım. Ağzımı açamadım. Zaten birkaç gündür
söylediğim bir cümleyi tekrar edeceğim belliydi.
Kadın gözlerimin
içine baktı. Ben nefesimi tuttum.Sahibinden merhamet ve bir parça
kemik dilenen bir köpeğin zavallılığını oturttum gözlerime. “Eğer
sözkonusu olan bir çocuk olmasaydı...” gibi bir şeyler geveledim.
Ve işte mucize o an göz kırptı. Kadın insafa geldi. Ama yanlış bir şey
yapmamak için önce etrafı kesti. Bana belli belirsiz bir işaret çaktı.
Tek kelime etmeden. Susup beklemem gerektiğini anladım. 70’lik
ciltleri bile bir haftada kaymak gibi yaptığını iddia eden bir kozmetik
ürünüyle oyalanan çirkin bir kadının da çıkmasını bekledik.
Yaşlı
kadın uzanıp tezgahın altından birkaç maske çıkardı. Hemen poşete
koydu. “100 ruble” dedi. Ben kalbimin gümbürtüsünü bastırarak hemen
parayı uzattım, “malı” aldım, kadının maske takılı yüzünü öpücüklere
boğmayı bile düşündüm, ama kendimi tuttum, bildiğim bilmediğim tüm
teşekkür kelimelerini söyleyerek eczaneden koşar adım uzaklaştım.
Aynı saatlerde ıstanbul’da bir eczaneye bir müşteri girdi. “Bol
miktarda maske istiyorum” dedi. “Ne kadar?” diye sordu eczacı gülerek,
“10 tane mi, 100 tane mi?”. Müşteri meramını anlattı: “Valla 100 tane
olsun. Moskova’ya yollayacağım. Orada hiçbir yerde maske yokmuş. Bu
domuz gribi paniğinden karaborsaya düşmüş. Millet bir maske için araya
adam koyduruyormuş valla... Bir Türk arkadaşın acil ricası... Eskiden
sucuk, zeytin filan isterdi çocuk. Ne iş ya...”
Eczacı hemen maskeleri
paketlemeye başladı. Ve mevzuya daldı: “Eğer sahiden maske yoksa benim
bir üretici tanıdığım var. Hemen organize edelim, satalım Rusya’ya. Bu
işte iyi para var... Sahi bak tekstilci amca oğlum da var, havlu filan
da satabiliriz oralara...”
15.11.2009
Реклама