Zirveye çıkmak, zirvede kalmak...
Adam yollara düşer, menzili bulur. Guru der ki: “Seni manastıra alırız. Ama bir tek şartımız var: Burada mutlak bir sessizlik, tefekkür ortamı vardır. Herkes yılda sadece bir kez yanıma gelir ve bir tek cümle konuşur. Kabulünse kal.”
Bizimki kalır. Bir yıl ağır koşullarda çalışmayla, ibadetle, tefekkürle geçer. Vakit gelir. Herkes gurunun huzuruna çıkar. Yıl boyunca beynini, yüreğini sünger gibi sıkarak damıttığı tek hikmet cümlesini söyler gider. Bizimkine sıra gelir. “Yataklar çok sert!” der.
Guru hiç istifini bozmaz, “Tamam evladım, gidebilirsin” der. Bir yıl daha aynı şartlarda geçer. Yine o gün gelir. Bizimki “Yemekler çok kötü” der.
Guru yine cevap vermez. Üçüncü yılın sonunda adamımız yine gelir. “Sıcak su akmıyor!” der demez sabır küpü guru öfkeyle ayağa fırlar: “Eee, yeter kafam şişti! Geldiğinden beri sürekli vır vır vır hiç susmadan yakınıp duruyorsun!”
Ne Rusya’nın soğuk iklimi kaldı, ne “hiçbir şeye benzemeyen yemekleri”... Ne Rus futbolunun geriliği kurtuldu dilinden, ne patates tarlasına benzeyen sahalar... Ne pas vermeyen takım arkadaşları, ne kafaya takan hocası... Sözün gümüş, sükutun altın olduğu vakıa iken, sahada değil dışarıda konuştukça konuştu. şu an milli takımda olmamasının hesabını sorarken tek haklı olduğu nokta: Türkiye’de futbolun düzeyi o kadar düşük ve milli takıma Terim kontenjanından banko gidenlerin formu o kadar berbat ki, bu şartlarda Fatih Tekke haksızlığa uğramış sayılabilir. Tabii o formayı çok daha fazla hakkeden, Kazan’ın Rubin’inde unutulmuş Gökdeniz Karadeniz’i saymazsanız...
Derdim futbol üzerine ahkam kesmek değil. Sadece “yetenek” denen doğal kazanımın tek başına neye yetip neye yetmediğini anlamaya çalışmak. Belki 20 küsur yıl önce, devrin ünlü teknik direktörlerinde Özkan Sümer’in savruk hayatıyla kendini mahveden bir futbolcu için söylediği lafı hiç unutmadım: “Zirveye çıkmak kabiliyet, zirvede kalmak karakter işidir” demişti.
Bu cümlede “karakter” dendiğinde kastedilenin aslında “iyi eğitimle şekillenen bir olgunluk hali” olduğunu düşünüyorum. Rusya’da yıllardır gözlediğim insan portreleri de sanki beni her seferinde doğruluyor. Adına ne derseniz deyin; yetenek, işbitiricilik, gözüpeklik, çalışkanlık, şans... Bir şekilde birileri “zirveye” çıkabiliyor. Zirve ölçüsü önce hep kazanılan para, konumla ölçülüyor.
Ama işte orada sağlam durmak, devamlılık sağlamak, hepsinden önemlisi para ve konumdan azade saygı-sevgi görmek herkesin başarabildiği bir şey değil. Onun sağlayan, adına “karakter” dediğimiz başka bir şey. Ama işte karakter, yeteneğin aksine doğa vergisi olmuyor; iyi eğitimle, iyi çevreyle, kendini yetiştirerek, insanı vasıfları pekiştirerek yeteneği taçlandırmak başka bir şey...
Merak eden Fatih Terim’in değil, Bogdan Tanjeviç’in, Guus Hiddink’in ya da Tugay Kerimoğlu’nun portresini okusun...
Ben Fatih Tekke’yi tanımıyorum. Ama onu bilenler “doğru, dürüst, delikanlı” gibi kulağa hoş gelen sıfatlar kullanıyor hep. ışte sorun tam da bu noktada: Bunun üzerine “iyi eğitim” katmayınca, hele de bunu maddi imkanlar varken bile yapmayınca insan kalitesi yükselmiyor. “ıyi insan” vasfına fit olununca, zirveye çıkanlar zirvede kalmak için gerekli lojistiğe sahip olmayınca, Türkiye hak ettiği hızla ileri fırlayamıyor.
Rusya’da parayı vuran kimileri, rüyalarında bile görmedikleri arabalar alırken, gece hayatına jet hızıyla akarken, “kişisel eğitim-gelişim” diye bir şeyden de haberdar olsalar ve buna kafa yorsalar ne güzel olurdu!
Rus atasözü, “Başkasının mabedine kendi kuralınla giremezsin” diyor. Spordan iş hayatına kadar “dünya mabedine” girmeye niyetlenenlerin, yeteneğin üstüne ne eklediklerine bakması farz. Eğitimle yontulmayan, doğuştan geldiğiyle aynen bırakılan "karakter", “güzel insan” vasfından öteye gitmiyor. Yani azizim, her işin başı eğitim!
12.10.2009
Реклама