Uçmak ve düşmek üzerine...
Tarkovski’nin “Zerkalo” (Ayna) filmini hatırladım. ılk sahnelerden birini. Daçanın derme çatma çitinin üstünde genç kadın oturmuş, kederle sigarasını tüttürüyor. Patikadan bir yabancı yaklaşıyor. Yolunu şaşırmış bir doktor. Kadına havadan sudan sorular sorarken kur yapmaya başlıyor. Tam yanına oturduğu an çit kırılıyor ve çimenlerin üstüne yuvarlanıyorlar. Adam gülmeye başlıyor, sonra yüzü otların üstündeyken birşeyler görüyor, durgunlaşıyor, “çalılar, çiçekler, bitkiler” üzerine bir tirat attırıyor. “Onların bir yere koşturma derdi yok, oysa biz köksüzüz, telaşla oradan oraya koşturuyoruz” diyor. Yani ‘düşünce’ fark ediyor birşeylerin manasını, yavaşlığın güzelliğini...
Bir Rus gazetesinde okudum. Her şeye laf yetiştiren ‘konunun uzmanları’ ve de ‘hayat ve mutluluk guruları’ mealen aynı temcit pilavını ısıtıyormuş: “ınsanoğlunun çıplak ayakları toprağa değmediği müddetçe mutlu olması imkansız. Toprak stresi alıyor. Beton yığını büyük şehirlerde her sıkıntıyı içimizde tutarak, dokunduğumuz kişiyle stres alışverişi yaparak yaşıyoruz ve biz bedenimizi gözetirken aslında ruhumuz hastalanıyor”.
Buradan sözü, Putin’in son dönemde “Herşey daha kötü olacak” diye sürekli felaket tellallığı yapan Finans Bakanı Kudrin için koyduğu “Büyük stres altında” teşhisine, bakanın toprağa ayak basması gerektiğine, mayıs ayında Rusların daçalarına gitmeye başlamasının bu bağlamdaki faidelerine, orada toprakla haşır-neşir olmanın patates-lahana-havuç olarak aile ekonomisine kriz döneminde yapacağı büyük katkıya değinen bir ‘light’ yazı işte...
Bizim oğlanın bisikletten, Tarkovski’nin kahramanının çitten düşerek gördüğü şeylerden daha mühimi, belki de ‘düşme’ eyleminin kendisi.
ışin en zor tarafı, “düşmeden görebilmek”. Rusya’da yıllardır ekonominin başında kavak yelleri eserken, memlekete her yandan para yağarken alışılan bu hayatın ‘sanallığını’ çokları zirvelerden ansızın yüzükoyun düşmeden anlayamadı... Düşmeden fark edemesek de, hiç değilse düşünce körlükten kurtulup görebilsek bari... Oysa düşünce sadece görme değil başka duyularını da kaybedip ayağa kalkanlar az değil. Devletler de, insanlar da...
Aslında görmemiz gereken manalı şeylerin çoğu, bulutların arasında değil, toprağın hizasında. “Ayna”ya bakıp, belki de ‘uçmak’ değil ‘düşmek’ üzerine düşünmekte yarar var. Ya da düşüp yuvarlanmayı beklemeden toprağa huzurla uzanıp “sıfır noktası”ndan hayata minnet dolu gözlerle bakmakta.
Gidilecek yerin ‘daça yolu’, düşülecek yerin ‘toprak’ olmasının ve mekanın pek önemi yok. Çünkü kıvırılıp giden tek yol, içimizde.
19.4.2009
Реклама