Unuttuklarımızı hatırlama mevsimi
Kriz Atlantik’in öte yakasında kapıyı kırıp içeri girdiğinde, adını ve gazetesini hatırlamadığım bir ABD’li yazar mealen demişti ki: “Ne diye daha az para kazanacağız diye yakınıp duruyorsunuz ki, sanki kazandıklarınızın hayatınıza kattığı bir mana mı vardı? Birkaç yıllık pırıl pırıl arabanızı daha lüksüne değiştirdiniz. Eskiden bir arabanız varken ve birlikte vakit geçirirken, ailede herkese ayrı araba adınız ve dağıldınız. Babadan kalma güzelim evleriniz dar geldi, gidip iki kat büyüğünü alma uğruna borçlandınız. Ne kadar çok tüketirseniz o kadar insan olacağınızı düşünüp kredi kartlarınızın limitlerini tükettiniz. şimdi onlar olmadığında aslında hayatınızda ne değişecek ki?”
Eh işte biz de burada, iki-üç yaşını dolduran arabayı hala kullanana sefil gözüyle bakılan, pahalı kol saati olmayanlara kızların selam vermediği, “Neden 500 dolara o kravatı aldın ki, aynısı yan mağazada 1500 dolardı” diye Yeni Rus fıkralarının anlatıldığı bir ortamdan pat diye çukura düşüverdik. Hani çizgi filmlerde hızla koşan adam birden uçuruma doğru fırlar, birkaç saniye sanki ayağının altında yer varmış gibi havada kalıp sonra ışık hızıyla yere çakılır ya, o patinaj aşamasındayız.
Sizi bilmem ama, tabii ki Rusya’da durum artık şakası yapılacak gibi değil.Yürüyen merdiven durdu. Biz de durduk. Ayaklarımız yıllardır o tembellikten yürümeyi, koşmayı unutmuştu, karıncalanmıştı. şimdi hareket edemiyoruz; felçli gibi yığıldık kaldık. Petrolün fiyatı fırlasın, merdiveni tekrar yürütsün, “dolçe vita” geri dönsün istiyoruz. Ama bunun 3-5 yıldan evvel imkasız olduğunu, bize moral vermesi hatta tatlı yalanlar fısıldaması gereken hükümet bile itiraf ediyor.
Birisi esaslı bir çimdik atsın, “Son altı ayda yaşanan her şey bir kabustu; uyanın! Yine eskisi gibi çalsın sazlar oynasın kızlar!” desin istiyoruz, ama şişeden çıkan ve yıllardır parmak şıkırdattığımızda bir dediğimizi iki etmeyen “petrol cini” bu kez baş parmağı ile orta parmağının arasına işaret parmağını koyup bize doğru sallayarak selam veriyor. “Bir koyup üç aldığınız günler bitti; şimdi üçün biriyle yetinin!” deyip feci bir Nuri Alço kahkahası atıyor! Kan ter içinde uyanıyoruz, gerçeklikle yüzleşmek için televizyonun kumandasına basıyoruz, Putin çıkıyor karşımıza: “Merak etmeyin her şey o kadar kötü değil; çok zor yıllar yaşayacağız, kriz daha zirveye gelmedi, ama korkmayın, felaket olmayacak” diyor. Gözümüzü kapatıp uyuyor numarası yapıyoruz, “petrol cini”ne fit oluyoruz.
Kriz geldi. Çoğumuzun üstünden silindir gibi geçmeye başladı. Herşeyin daha iyi olması için önce çok daha kötü olması lazım diyorlar. Bildiğimiz ve bilmediğiimiz duaları okuyarak bekliyoruz. Ama en çok da, krizsiz, fırtına gibi geçen yıllara dönüp bakıyoruz. O Amerikalı yazarın dediği gibi, “Ne kadar tüketirsen o kadar insansın” şiarıyla insanları insanlıktan çıkaran devrin de tabutunun çivilenmesine için için sevinmekten alıkoyamıyoruz kendimizi.
Aşırı hız ölümdür diyor en beylik laflardan biri. Dünyanın freni patlamışcasına hızlanan son 5-10 senesi, uçurumu alamayıp fırlayan ve havada patinaj yapan o çizgi film kahramanını andırıyor. Ne saçlarımıza düşen akları, ne çocuğumuzun dökülen süt dişini, ne okunmadan tozlu rafta bize acıyarak bakan kitapları, ne ertelenmiş dost-akraba ziyaretlerini fark etmemize izin vermeyen korkunç temponun bizi getirdiği yerdeyiz. “Durursam düşerim” diyerek ciğerimizi patlatırcasına koştuğumuz, karnımız doysa da gözümüzün doymadığı yılların muhasebesini yapmak için kriz önümüzde duruyor.
Kundera, “Hız ile unutmak, yavaşlık ile hatırlamak arasında doğrudan orantı” vardır demişti bir seferinde. Ölümüne hız yapıp unuttuğumuz şeyleri, soluklanıp hatırlamanın ve düşünmenin tam zamanı belki de. “Az” ile yetinmenin aslında “çok” şeye kapı açacağını anlamanın... Gidip geri gelmeyen tek şey zaman çünkü...
1.3.2009
Реклама