Rusya ile ilişkilerde neyi kaybettik?
Kırılma noktası, 2006 başında Rusya’nın resmen ortaya attığı ‘2. Mavi Akım’ projesine Türkiye’nin “Varım!” dememesi, diyememesiydi. Bu, Nabucco’yu baltalamak sayılacaktı. Rusya, Avrupa’ya gaz sevkinde Türkiye’yi yeni transit rota yaparak muhabbeti derinleştirmek peşindeydi. Bir taşla birkaç kuş vurmak istiyordu belki. AKP iktidarıyla Türkiye’nin ABD yörüngesinden uzaklaşabileceğini düşünüyordu. AB’ye yaklaşan Türkiye’yle derdi yoktu, ama ABD’den uzaklaşan Türkiye işine gelirdi.
Yanlış hesap galiba şurada yapıldı: AKP Türkiye’de ‘iktidar’daydı, ama ‘muktedir’ değildi. PKK’nın ‘bir anda’ başlayan eylemlerinden Kuzey Irak’ta alevlenen Kürt devleti tartışmalarına kadar devreye başka faktörler girmeye başladı. Birileri, bir şeyleri kaşıyordu.
Bunlar pek derin mevzular. Eldeki kırıntılarla, istense de tablonun tamamı görülmüyor. Körün fili tarifine benziyor. Geçen hafta Moskova’ya Karma Ekonomik Komisyon toplantısı için gelen Enerji Bakanı Gürel’le sohbet ederken de aynı şeyi düşündüm. Kimin hangi çıkışı ne amaçla yaptığını, neyin samimi neyin pazarlıkta elini güçlendirme maksatlı olduğunu, hangi projenin niye öne ya da arkaya atıldığını bilmek zor. Maçın bitiş düdüğü çalana dek kimin kazanıp kaybettiği belli olmuyor.
Nabucco’dan Güney Akım'a, Samsun-Ceyhan’a kadar boru hattı projelerini bir kenara koyup sadede geliyorum: Türkiye’den enerji projelerinde istediği kadar istifade edemeyen Rusya geri adım atmışa benziyor. Türkiye, toprak bütünlüğünden ekonomik ve sosyal sorunlara kadar türlü belalar yüzünden önceliklerini değiştirmiş ve Rusya’yı mecburen unutmuş gibi. Neyse ne... Ama durum tesbitini yapmak lazım:
Eskiden ‘ıki ülke ilişkilerinde siyasetin nal topladığı, işadamlarının muhteşem temposuna devlet adamlarının ayak uyduramadığı’ söylenirdi. 2004-2006 arası arzulanan her şey, sihirli değnek dokunmuşcasına, bir anda gerçek oldu: Putin ile Erdoğan defalarca görüştü, üst düzey ziyaretlerle bahar havası yaşandı. Ama kabul edelim ki, Putin’in ‘çok boyutlu ortaklık’ hedefine zıplanamadı, bir eşik aşılamadı. Son iki yıldır siyaseten ‘soğuma’, bunun tatsız yansımaları var.
Manzaraya bakın: Birkaç gün önce Moskova’da iki ülkenin bakanları yeni işbirliği anlaşmasına imza atıyor. Daha mürekkebi kurumadan, ertesi gün Rusya Türk tarım ürünlerinin ithalatını yasaklıyor. Zamanlamada bir gariplik yok mu? Ya da Rusya’nın bir numaralı devlet TV’sinin ‘Batı Rusya’yı nasıl parçalamak istiyor’ temalı programında bu ülkede en büyük işleri yapan iki Türk şirketi isimleri verilerek hedef gösteriliyor. (Gerçi o suçlamayı bir ‘Türk’ yapıyor ve hala ıstanbul’da elini kolunu sallayarak geziyor ki, o da Türkiye’nin ayıbı). Bir başka not: Rusya Yılı’ndan sonra Türkiye Yılı da, biraz ‘adet yerini bulsun’ havasında gidiyor. Ama “Başlamış olmak da güzel” deyip teselli buluyoruz.
Türkiye ile Rusya iki komşu, iki büyük ticari ortak. Birbirilerine ihtiyaçları var. ılişkileri dış ticaret dengesi rakamlarıyla tartıya vurmaya çalışanlar, yaratılan istihdam ve artı değeriyle Rusya’nın Türkiye’ye neler verdiğini bir daha değerlendirsin. Daralan iç pazarın umudu yine Rusya. Zaten siyaset gölgelese de, ticari işbirliği, dostluk, akrabalık almış başını zirvelere yükselmiş. Bu tekerlek artık geriye çevrilemez. Rusya Türkiye açısından herhangi birşeyin alternatifi değil. Ama hala yeterince istifade edilememiş muhteşem bir pazar.
şu an ihtiyacımız olan, psikolojik faktörlerin rolünü hatırlayarak üst düzey ziyaretleri tekrar sıkılaştırmak, başaramadıklarımıza değil, birlikte başardıklarımıza bakıp moral depolayarak yolumuza devam etmek.
Çıta yükseldiği yerden aşağı düşmemeli. Bugün birşeylerin ‘olmaması’, yarın şartlar değiştiğinde ‘olmayacağı’ anlamına gelmez. Siyasetin sinerjisinin, ticaretten turizme kadar, her sektöre ne kadar büyük doping yaptığı da ıskalanmamalı. ıstim kesilmemeli.
Türkiye-Rusya ilişkilerinde kaybettiğimiz ‘enerjik’ havayı tekrar yakalamalıyız.
1.6.2008
Реклама