İki dilli bir baba-oğlun Rusya maceraları... "Baba ya dondurma haçu!"
Artan karma evliliklerin meyvesi çocuklarımızın “dil derdi”ni nasıl halledeceğiz? Türkçe ile Rusça arasında sıkışıp kalacak mı? Yoksa doğru bildiğimiz pek çok şey yanlış, yanlış sandığımız pek çok şey doğru mu? Yazarımız SUAT TAŞPINAR, oğluyla dil macerasını Kompas-Pusula dergisinin son sayısında kaleme aldı:
"Oğlumuz hayata gözlerini açtığı zaman, yeni filizlenen Türk-Rus nesline bizim de bir katkımız olmasının sevinciyle karşıladık. Sonra hızla büyümeye başlayıp da "dil sorunu" önümüze çıkınca işler karıştı. Eşimle benim mutabık olduğumuz nokta şuydu: İki dili de bebeklikten başlayarak konuşacak!
Ama konuyu sorup soruşturduğumuzda her kafadan bir ses çıkıyordu. Üstelik bu son derece farklı görüşler, her konuda sonsuz fikir sahibi olmalarına alıştığımız "cahil" insanlardan değil, yüksek eğitimli, dünya görmüş, kendileri de en az üç, hatta dört dil bile çevremizdeki Türk-Rus aile dostlarımızdan geliyordu.
Kimisi diyordu ki: "Aman sakın iki dille çocuğun kafasını karıştırmayın. Rusya'da yaşadığınıza göre sadece Rusça konuşun. İleride Türkiye'ye dönerseniz bir şekilde nasılsa Türkçe öğrenir!"
Bir başkası diyordu ki: "Nasıl başlarsanız öyle gider. İşi baştan sıkı tutun. İkiniz de hem Türkçe hem Rusça konuşun, çocuk alışa alışa ikisini konuşur."
Başka bir görüş şöyleydi: "Herkes sadece ve sadece kendi ana dilinde konuşsun. Baba Türkçe, anne Rusça. Çocuk ikisini de ayrı ayrı öğrenir. Hiçbir şey birbirine karışmaz."
Bu kadar farklı görüşle kafamız karışınca kitaplara daldık, internette kaybolduk, uzmanları dinledik, bizden önceki ebeveynlerin deneyimlerine kulak verdik. Sonunda doğru bildiğimiz bazı şeylerin yanlış; yanlış sandığımız bazı şeylerin doğru olduğunu hayretle gördük.
Elbette son tahlilde her çocuk ve her aile için uygulanabilecek kesin, katı kurallar olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü pratik yaşamda, teorideki her söz yerine oturmayabiliyor. Ebeveynlerin çocukları ile ne kadar süre geçirebildiklerinden tutun da, yaz tatilinde Türkiye'de uzun süre kalabilme imkanına kadar pek çok faktör çocukların "iki dili" öğrenme sürecini müthiş etkiliyor. Ama “genel prensip” doğru olmalı:
Bu kadar laf kalabalığından sonra kendi deneyimimizi anlatayım. Herkes kendi sonucunu kendisi çıkarsın.
Biz, okuyup dinlediklerimizden, deneyimlerden şu sonuca vardık: Herkes çocukla sadece kendi ana dilinde konuşmalı. Bunda ısrar etmeli. Kesinlikle feci aksanla güçbela konuştuğu "ikinci dilinde" çocukla iletişim kurmamalı. Bunda mutabık kaldıktan sonra kolları sıvadık.
Zaten Moskova'da yaşadığımız, evde Rusça konuştuğumuz, genelde Rusça TV seyrettiğimiz için, "ana dil" olan Rusça tarafında sorun yoktu. Zor iş bana düşüyordu.
Oğlum daha dünyaya gelmeden, Türkiye seyahatlerinde gerekli "stokları" yapmaya başladım. Öykü ve masal kitapları. O zamanlar hala teyp kasetleri de tedavülde olduğu için, Müşfik Kenter'den Adile Naşit'e kadar sesini sevgiyle hatırladığımız Türk tiyatro ve sinemasının usta isimlerinin sesinden masal ve öykü kasetleri, ninni CD’leri vs. ne bulduysan aldım. Hele Nasrettin Hoca masal kasetleri var ki, oğlumun Türkçe'yi sevmesinde en büyük payın sevgili “hoca”mız olduğunu itiraf etmeliyim!
Eğer çocuğa dil öğretmek için konuşma yaşına gelmesini beklemek gerektiğini düşünüyorsanız, bence şiddetle yanılıyorsunuz. En azından ben öyle yapmadım. Daha ilk günden oğlumun küçük odasına basit bir CD-kasetçalar-radyolu bir set koydum. O daha birkaç aylıkken, yatağında meraklı gözlerle etrafına bakarken, fonda sürekli
Türkçe kasetler çalıyordu. Yani "kulak dolgunluğu" denen şeyin önemine inandım ve ısrarla uyguladım.
Bunun faydasını, oğlum ilk yaşını doldurduğu sırada anladım. Artık tatlı bir alışkanlık yapmıştı. Uyumadan önce başında Nasrettin Hoca fıkraları ya da Kibritçi Kız masalı dinlemeden uyumuyordu. Kaset eğer o uyumadan erken bitecek olsa, -henüz konuşamadığı için- homurtusuyla, sızlanmasıyla "tekrarını" istiyordu.
Onunla, sadece "dinleterek" değil, "konuşarak" da, daha birkaç aylıkken kendimce Türkçe bir iletişim kurmaya başladım. Ona sürekli kitaplar okuyordum. Ama en basit masallarda, en kısa yazılan cümleleri bile daha da kısaltıp, en fazla 3-4 kelimelik cümlelere indirerek. Mesela "Nasrettin Hoca bir gün eşeğine binip alışveriş yapmak için yola çıkmış" şeklinde yazılı basit cümle, ben oğluma okurken şu hale dönüşüyordu: "Nasrettin Hoca evden çıkmış. Eşeğine binmiş. Ekmek almak istiyormuş. Yola çıkmış."
Bir de, özellikle oğlumun yaşı ilerledikçe (2-3 yaş civarı) okuduğum ya da söylediğim her şeyi ısrarla tekrar ederek, kelimeleri, cümleleri beynine kazımaya çalıştım. Mesela ona kelebeği gösterdiğimde şöyle diyordum: "Bak bu kelebek. Kelebek. Ke-le-bek. Çok güzel bir kelebek." Her erkek çocuğu gibi araba düşkünü olduğu için bir araba gördüğümde hemen kendi taktiğimle anlatıyordum: “Bu araba. A-ra-ba! Kırmızı bir araba. Bu araba çok güzel. Bu araba çok hızlı!..” Benim bu komik tekrarlarım karşısında bazen eşim ya da etraftaki dostlar halime gülüyordu. Ama oğlumun kelime hazinesinin yaşına göre hayli iyi olmasında bence en önemli yöntem, bu tekrarlardan vazgeçmememdi.
Oğlumu ben Türkçe, annesi Rusça masallarla büyütürken zaman su gibi geçti ve 2 yaşını devirdi. Ama hala gak-guk dışında ağzından anlamlı bir kelime çıkmıyordu. Oysa bize, "Çocuklar normalde 1 yaşından itibaren tek kelime, 2 yaşında bir iki kelimeyle konuşur" diye öğretilmişti. Bizde bir gariplik vardı. Oğlum 3 yaşına doğru bazı tepkisel sesler veriyor, arada kelime geveler gibi oluyor ama aslında hala konuşmuyordu.
İşte bizim için panik dolu günler o zaman başladı. Neden böyleydi? Yaşıtları konuşmaya başlamışken bizimki neden susuyordu? Dil öğretme stratejimizin yanlış olduğunu savunan birkaç dostumuz hemen teşhisi koydu: "Size söylemiştik. Çocuğun iki dil yüzünden kafası karıştı ve içine kapandı, konuşmuyor!"
Tam biz de kaygılanıp bir psikoloğa gitmeye hazırlanıyordu ki, 3 yaşına girdiğinde oğlumuzun dili çözüldü. Üstelik hem Türkçe, hem Rusça! Üstelik babaya Türkçe, anneye Rusça seslenerek! Babaya "Gel", anneye "İdi" diyerek! Ve bizim üzerimizden tonlarca yük kalktı. Sonra uzman görüşlerine başvurduğumuzda, “Bu iki dilli çocuklarda sık rastlanan bir durumdur. Biraz geç ama yaşıtlarına göre daha düzgün kelimeler kullanarak konuşmaya başlarlar. Hiç kaygılanmamak lazım.”
O saatten sonra, her şey, bin bir güçlükle, kan ter içinde bisikletle bir tepeye tırmandıktan sonra, zirveden yokuş aşağı frenleri unutup rüzgara kapılıp uçmak gibiydi. Biz bildiğimiz doğru kuraldan (herkes sadece ana dilinde konuşacak!) uzaklaşmadıkça, oğlumuzun iki dili de gelişti.
Elbette Rusya'da yaşadığımız için Rusçası normal, Türkiye'ye tatile ve aile ziyaretine gittiğimiz ya da Moskova'da Türk ailelerle görüştüğümüz anlar dışında sadece benimle konuştuğu için Türkçesi daha az gelişti. Ama önemli olan temeli doğru atmak. Dili sevdirmek. Babasıyla bir başka dilde konuşabileceği gerçeğini öğretmek.
Bugün 10 yaşına giren oğlumun Türkçesi elbette zaman zaman (özellikle kelime hazinesi olarak) yetmiyor. Ama ben şunu biliyorum ki, bugün Türkiye'ye dönecek olsak çok değil üç ay sonra kusursuz Türkçe konuşacak hale gelebilir.
Oğluma Türkçe öğretirken onunla net zaman geçirmeye büyük önem verdim. Özellikle hafta sonları. Çoğumuzun iş koşulları buna izin vermeyebilir. Ama yine de, sınırlı zamanlarda bile onunla baş başa kalabilseniz muhakkak Türkçe konuşun. Rusça konuşursa, “Anlamıyorum” deyin, “Türkçe anlatır mısın?” deyin. Başlangıçta size yanıt veremese de dert değil; sizin Türkçenizi anlasın yeter. Biz de yabancı dil öğrenirken aynı yoldan geçmiyor muyuz? Önce anlama, sonra konuşma.
Kendi deneyimimizden geliştirdiğim, daha doğrusu uydurduğum, ama çok yararını gördüğüm bir de oyun var sizinle paylaşmak istediğim. Adını biz oğlumla "O bir şey" oyunu koyduk. Çok basit ve etkili. Şöyle oynanıyor: Mesela ben soruyorum, "O bir şey. Biz onu yiyoruz. O kırmızı renkli. Pişirmeden yiyebiliyoruz. En çok salataya koyuyoruz. O ne?". "Domateeees!" diye çığlık atan oğlumun sevincine, coşkusuna ortak oluyorum! Bildiği pek çok kelimeyi, nesneleri tarif etmeyi bu basit oyuna borçlu. Hele de sorma sırası ona gelince, kısa cümlelerle derdini anlatabilme çabası muazzam katkı sağlıyor Türkçesine.
Biz iki dille uğraşırken, İsveç'e yaşayan ve eşi Rus olan bir Türk arkadaşım Tugay en baştan bizi uyarmıştı: "Hiç merak etmeyin. Benim kızım 6 yaşında, 4 dil konuşuyor. Benimle Türkçe, annesiyle Rusça, sokakta İsveççe, kreşte yabancı dil olarak İngilizce! Ve hiçbirini ötekine karıştırmıyor."
Zaman o arkadaşımızı haklı çıkardı. Zor oldu, çok yorulduk, o da belki başlangıçta zorlandı. Ama "bir dil bir insan" ise, çabalarımıza değdi. Gerçi şimdilik vasat Türkçesi bana zaman zaman çocukluğumda yaz tatillerine gelen "Alamancı" ailelerin ikinci kuşak çocuklarını hatırlatıyor ama, kırık-dökük de olsa insanın kendi çocuğuyla kendi dilinde konuşması büyük mutluluk. Bana inanın.
Not: "YA DONDURMA HAÇU!" - Dondurma istiyorum!
3.9.2014
Реклама