Zafer pazara düşerse...
KAAN AKOBA yazıyor: Alman birliklerinin Rusya topraklarını işgale başladığı 22 Haziran 1941 tarihinin bir gün sonrasında basılan Pravda gazetesinin manşeti, o güne kadar bir benzerine rastlanılmamış savaşın artık bu şekilde anılmasına neden olacaktır: ''Sovyet Halkının Büyük Vatanseverlik Savaşı' (Великая Отечественная война)
Tarih kitapları İkinci Dünya Savaşı'nın, 9 Mayıs 1945'e kadar sürdüğünü söyleseler de, 30 Nisan 1945'te Евгений Халдей'in (Yevgeni Haldey) Reichstag'a kızıl bayrak dikilirken deklanşöre bastığı o an, bir devrin sonudur.
87. Yol Bakım Taburu onbaşısı Мария Шальнева'nın (Mariya Şalneva) kızıl bayrağın Berlin'de dalgalanmaya başlamasının sadece bir kaç gün ardından şehre yeni gelen birliklere yol gösterirken yüzüne yayılan gülümsemesi de, yine Yevgeni Haldey'in vizöründen dünyaya yansır.
Kızıl Ordu'nun kimileri çocuk bile denebilecek yaşlardaki askerleri de Berlin sokaklarında, ileride her baktıklarında onlara zaferlerini tekrar tekrar hatırlatacak fotoğraflar çektirirler, ülkelerini savunmuş, çocuklarının, torunlarının geleceklerini karanlık dipsiz kuyulardan çekip çıkartmış olmanın iç huzuruyla.
'Kiril azbukası' ile duvarlarına 'Berlin' yazdıkları harabeye dönmüş binaların önünde ve göğüsleri de madalyalarla dolu bir şekilde, gururla kameralara bakarlar, yıllar sonra o madalyaların ve çektirdikleri fotoğrafların pazarlara düşüp, alınıp satılacağını bilmeden.
Ve ne yazık ki; savaşta dahi insan olduklarını unutmamak, yaşamlarını bir an için de olsa renklendirebilmek amacıyla vazoya koydukları taze çiçekler kadar bile karşılık bulamayacaktır bu fotoğraflar ileride...
Pazarın girişinde kadınlara yanaşarak çiçeklerin fiyatını soruyorum. Şöyle kısa bir süre beni süzerek, mantık sınırları dahilinde söyleyebileceği en yüksek fiyatı aklından geçiriyor.
Erkek olduğundan bu işlerden fazla anlamasa gerek, zaten böyleleri pek zaman da harcamak istemezler, bir de pazara arabayla geldiğine göre parası da olmalı.
''200 ruble.''
'' Şaka mı yapıyorsun, mağazada bile 150 ruble bunlar''
''İyi de onlar Hollanda'dan geliyor, bu ise местный (bizim malımız, yerli, yerel).
Sihirli sözcük buralarda bu, 'yerli malı'. Bizim ülkemizde pazarlarda geçer akçe olan ' organik ' kavramının Ruslaştırılmış hali.
''Hadi bakalım bu seferlik de böyle olsun'' deyip, elimi cebime atıyorum. Arabaya dönerken ise, ''Bizim koleksiyonerler ne yapıyorlar, acaba yeni bir şeyler geldi mi?'' sorusu aklıma takılıyor.
Pazarın her zaman onu bulabileceğimi bildiğim köşesinde Sergey gene köşeyi dönme hayali ile tezgahını kurmuş, müşteri bekliyor.
''Nasılsın, ilginç mallar var mı?'' diyorum. Önündeki masanın üstüne dizdiği fotoğrafları işaret ediyor. ''Benim Alman'ı bekliyordum ama bu hafta da gelmedi, ilgilenirsen sana satayım, çünkü artık yarın son gün, gaz faturasını ödemem gerekiyor.''
' Alman ' diyerek kendisinden bahsettiği kişi, Moskova'daki sigorta şirketlerinden birinde çalışıyor. İki ayda bir gelip, tezgahlardan İkinci Dünya Savaşı'na ait fotoğraflar topluyor. Bir kez de ben tesadüf ettiğimde ayaküstü sohbet etmiştik.
''Ben Berlin'denim ve bizim oralarda bu tür şeylerin çok meraklısı var. Rusya'da böyle yerlerden topladığım materyaller ile Berlin'de zaman zaman sergiler açıyorum. Fotoğrafları büyütüyor, çerçeveletip duvarlara asıyor hatta bazen de yeterli sayıda biriktirdiğimde kitapçık şeklinde bastırıyorum. Hem sergiyi ücretli gezenlerden hem de kitapçığı satın alanlardan iyi para kazandığımı bile söyleyebilirim.''
Kendisine, Almanların her şeyi paraya çevirebilmelerine hayran(!) olduğumu söylediğim zaman, hafif utangaç bir gülümseme ve 'ne yapacaksın dünya böyle' anlamına gelebilecek bir mimikle ''Marketing - Pazarlama'' demişti.
''Ne kadar bunların tanesi Sergey?'' diyorum. ''Alman'a 100 rubleden satıyorum ama sen bizdensin, 25 ruble ver yeter.''
''Tamam'' diyorum. ''Peki bu fotoğrafları nereden bulduğunu söyler misin, kim bunlar tanıyor musun?
Günlük hayatın içinden anlar yakalayıp sonra da yazıya döktüğümü bilecek kadar beni tanıyor. ''Açıkçası ben buldum diyemem, onlar beni buldular. Yoksa tek tek evleri gezip eski eşyalar, fotoğraflar toplamak pek mümkün değil. Köylerinde yalnız başına yaşayan yaşlılar öldüklerinde, artık çoktan şehirli olmuş(!) akrabaları da evlerini satışa çıkarıyorlar. Bazen de birileri eski bir semaver, evsahiplerinden kalmış bir madalyon gibi para edecek şeyler bulabilmek umuduyla bu evlere hırsızlık amacıyla girip, altını üstüne getiriyorlar. Fotoğrafların iyi kötü bir değeri olduğunu bilenler de, içinde ne olduğuna bile bakmadan kutusuyla getirip, biz pazarcıların önüne koyuyorlar.''
Şaşkınlıkla ama yüreğim de içten içe sızlayarak dinlemeye devam ediyorum.
''Bunları da bir süre önce 35-40 yaşlarında bir adam getirip, ne vereceğimi sordu. Daha ilk bakışta Alman'a satabileceğimi anladığım için almaya karar vermiştim ama çok da ilgilenmiyormuş gibi fotoğraftakilerin kim olduklarını kendisine sordum. Belki torunu olabilir ve verdiği bilgiyi de bir kenara yazıp Alman'a söylerim diye düşünmüştüm. Sıkılmış bir yüz ifadesi ile çok acelesi var ve bir yere de yetişmesi gerekiyormuşcasına bir kez daha ne kadar vereceğimi sordu. Elliye yakın fotoğraf için 200 ruble uzatınca da yüzündeki ifade hiç değişmeden paraları aldı cebine sokarak uzaklaştı.''
İdealist Sovyet komünistleri, kapitalist Almanya'yı savaşta yenmiş ama paranın gücü; devrimcilerin torunlarını dize getirip, cephede kazanılan zaferi pazara düşürmüştü.
Para ile alınıp satılabilen mallara dönüştürülen, 'şeref ' madalyaları, 'zafer' fotoğrafları, bugünlerde dünyaya sanki pazar ekonomisinin yengisini ilan ediyor gibiydiler.
Sahip olduğu kültürel ve ulusal değerlerinin kıymetini bilmeyerek satılır bir mal haline getirip, sonunda da pazara düşmesine izin veren bir toplumun geleceğinden umutlu olabilmek ise, hele bir de tüm bunlara şahit olduktan sonra, ne yazık ki hiç de kolay değildi.
akoba66@yahoo.com
5.11.2012
Реклама