Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
YAZARLAR

"Bush'a fırlatılan pabuç, 'ayakkabı fetişi' ve bir yolculuğun düşündürdükleri..."

 

2008’e Damgasını Vuranlar 

Dünyayı bir oyun bahçesine benzetin ve bu bahçede oynayan birçok çocuk olduğunu düşünün, sonra aniden sağanak bir yağmurun boşaldığını çocukların evlerine gidinceye kadar bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurun altında kaldığını düşünün, şimdi çıkıp, “Benim çocuğum bu yağmurda ıslanmaz” demenin bir anlamı olabilir miydi hiç?

Sanırım biraz temkinli davranıp “Bahçedeki bütün çocuklar gibi benim çocuğum da ıslandı ama benim çocuğumun giysileri kalındı” ya da “Ben çocuğuma sürekli vitamin takviyesi yapıyorum, ayrıca her ihtimale karşı da grip aşısı yaptırmıştım o yüzden benim çocuğum umarım hasta olmaz” diye bir açıklamada bulunulsaydı daha mantıklı olabilirdi. Ama hükümet yetkililerimiz böyle söylemeyip çocuk hapşırmaya başladığında da, “Hamdolsun ki çocuğumuz bu ıslanmayı basit bir hapşırıkla atlatıyor, allah korusun başkalarının çocukları gibi grip veya zatürre de olabilirdi” diyorsunuz ve çocuğunuzu ısrarla bir doktora göstermekten kaçınıyorsunuz.

Çocuğun ateşi şimdilerde yükselmeğe başladı, piyasalar kan ağlıyor, gün geçmiyor ki kapanan iş yerleri haberi dolaşmasın, iş yerlerini kapatmayanlar da sürekli küçülerek çalışanlarının bir kısmını çıkartıyorlar. Yetkililer hala seçim endişesi ile “Ümüğümüzü sıktırmayacağız” diyerek, hastasına doktor çağırmakta direnen bir baba gibi duruyor.

Türkiye’nin bu kriz karşısındaki durumu böyle; gelelim ikinci önemli olaya...

Başkan Bush’un 2008’in son haftalarında Irak’a yaptığı ziyaret ve basın toplantısında kafasına fırlatılan pabuç, tüm dünyaya yılın olayı olarak damgasını vurdu. 

Tanıyanlar bilir ki benim asıl işlerimden biri de pabuç satmaktır. 1998 Rusya ekonomik krizinden önce Moskova’daki depomuzdan Rusya’daki ayakkabı satıcılarına toptan satış yapıyorduk. Krizle birlikte Rus şirketimizdeki hissemi diğer ortağa bırakıp Türkiye’ye dönmüş ve ıstanbul’da perakende ayakkabı işi yapmağa başlamıştım. Halen de aynı işi yapmağa devam ediyorum.

Pabuç perakendeciliğinden öğrendiğim bir şey var: Bazı insanlar farkına varmadan “pabuç fetişi” hastalığına yakalanıyorlar. Evlerinde, henüz hiç kullanılmamış veya yeterince eskimemiş bir sürü ayakkabıları olmasına rağmen her hafta mağaza mağaza dolaşıp yeni ayakkabı modellerine bakan insanlar biliyorum, mağazalarımızı haftalık mutad ziyaret yeri gibi dolaşan müşterilerimiz var, satın almasa bile ayakkabıya bakmaktan ve dokunmaktan zevk duyan insanlardır bunlar...

Pabucun insan hayatında çok büyük önemi olduğunun farkındayım, öyle ki artık pabuç sözü pek çok deyim ve atasözlerinde de yer almıştır. 

Örneğin, “Pabucu dama atıldı.”

Araştırdım bu sözün hangi anlamda kullanıldığını ve çok ilginç geldiği için sizlerle paylaşmayı arzu ettim. Çok eski dönemlerde, esnaf loncaları varken satıcılardan birisinin haksız rekabet veya ayıplı ürün sattığı tespit edildiğinde ceza vermek için lonca üstadları o esnafın pabuçlarından birini ayağından çıkartıp dükkanının damına atarlarmış, böylece herkes o esnafın ticari ahlakı konusunda fikir sahibi olurmuş.

Benzeri bir söz de ıngilizlerde vardır, “To give someone the boots” yani “Pabucunu eline vermek” anlamına gelir, ancak ıngilizler bu sözü daha ziyadesiyle kadın erkek ilişkilerinde kullanır ve ilişkiyi bitiren taraf karşı taraf için söyler. 

Sanırım Iraklı gazetecinin bu ayakkabı fırlatması da , Nikita Kruşçev’in 1960’da Birleşmiş Milletler toplantısında pabucunu çıkartıp masaya vurarak kızgınlığını belirtmesi gibi yıllar sonra bile hatırlanacak bir olay olarak hafızalarda kalacak. 

Yılın son günü bir film seyrettim: “Transsiberia” 

Filmin konusu önemli değil, film Sibirya treninde geçiyordu, bu satırların yazarı olarak defalarca bindiğim Rus trenlerinde edindiğim izlenimleri sizlerle bu sütunlarda dilimin döndüğünce paylaşmaya çalıştım. Bu filmi de konusundan ziyade sanki kendim de bu trendeymişim gibi izledim. Filmde öyle detaylar vardı ki size aktarmadan geçemezdim.

Kompartmanda içilen votkanın yanında kavanozdan çıkartılıp el çakısı ile dilimlenmiş turşular, tren tuvaletlerinin sürekli damlayan muslukları, tren kalkmak üzereyken kompartmandaki yolcularını uğurlamaya gelenlere treni terk etmeleri hususundaki uyarılar, kompartman görevlisi kadının sinirli sinirli koridordakilere çatması, yolculara satmaya çalıştığı çarşaf ve yastık kılıfları, çay servisinin yapıldığı su bardakları ve onların işlemeli zarf muhafızları, istasyonlardaki insan kalabalığı, piraşki (börek) satan babuşkalar (nineler), altın dişli kadınlar ve onlara çapkınca sırıtan dişleri sararmış sarhoş erkekler, istasyon önünde taksi diye bağıran şöförler, ırkuts’daki otel odalarının durumu, daracık yataklar, bozuk duşlar, döküntü şehirler arası otobüsleri , Rus polisler hakkında söylenilenler...

Hepsi ama hepsi çok ince düşünülmüş detaylardı, bu detayların anlamını ancak bu ülkenin derinliklerinde tren yolculuğu yapanlar bilebilirdi...

Ancak filmin bir yerinde şöyle bir replik vardı: 

“Hayat bir yolculuktur.”  

Ben de hepinize yeni yılda hayırlı yolculuklar diliyorum.

03.01.2009

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Yıl biterken Rusya'daki işlerinizi geçen yıla kıyasla nasıl değerlendiriyorsunuz?
©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама