Putin-Türkiye: 5 mesaj... Quo vadis?
Başkan Putin’in dün canlı yayında soruları yanıtlarken Türkiye ile ilgili yaptığı yorum ve değerlendirmeler tartışılıyor. Rus liderin konuşmasının tonundan, seçtiği ifadelere kadar pek çok nokta “Türkiye’ye mesaj” şeklinde yorumlandı, değerlendirildi. İşte TürkRus.Com’un değerlendirmesi ile, Putin’in dünkü açıklamalarından çıkan 5 önemli sonuç ve yorumumuz:
1- ERDOĞAN'IN ADINI BİLE ANMADI
Rus lidere, canlı yayının başlarında, Rusya’nın “politik Davos’u” sayılan Valday Düşünce Grubu’nun başkanı Andrey Bıstritski şu soruyu yöneltti: “Geçen eylülde Recep Tayyip Erdoğan’ı dostunuz saydığınızı söylediniz, Türkiye neredeyse stratejik partnerdi. Birlikte Moskova’da cami açtınız. Şimdi dostluk bitti, düşman mı oldunuz?”. Putin’in soruyu yanıtlarken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adını bir kez bile anmaması dikkat çekti. Bu nokta, Rus liderin soruna “kişisel” olarak baktığı ve Erdoğan ile mevcut şartlarda temas kurmamakta kararlı olduğu şeklinde anlaşıldı. Yani Erdoğan’ın Putin ile temas kurma arzusu devam etse de, uçak krizi sonrası Kremlin’in talep ettiği şartlar (resmi özür, pilot ve uçak için tazminat ödenmesi) yerine getirilmedikçe bu olası görünmüyor.
2- İLK DÖNEMDEKİ ÖFKESİ DURULMUŞ
Putin 24 kasımda Rus savaş uçağı düşürüldükten sonra bu konuyla ilgili ne zaman bir açıklama yapsa, öfkesini frenleme gereği duymadan çok sert konuşuyordu. Hatta Kommersant gazetesinin yıllardır Putin’i izleyen deneyimli muhabiri Andrey Kolesnikov, Putin’in 3 Aralık’ta Federal Konsey toplantısındaki konuşması için, “Putin’in Erdoğan’a yaklaşımı uçağın düşürülmesinden sonra değişmekle kalmadı; bu güne kadar, her gün, hatta her saat sürekli değişiyor. Ve tabii ki iyi yönde değil” diye yazmıştı. Bugüne kadar ilk kez Putin bu konuya değinirken jestleri, mimikleri ve kullandığı sözlerle o “sert ve öfkeli” halinden uzak, “sakin ve sabırlı” göründü. Putin’in şu sözlerini bu bağlamda iyi analiz etmek şart:
“Bizim sorunumuz, davranışlarının kifayetsiz olduğunu düşündüğümüz bazı politik liderlerle ve onlara da uygun şekilde karşılık veriyoruz. Ama biz gördüğünüz gibi herhangi bir kötülük (pislik, ahmaklık) yapmadan, sakin bir şekilde çalışıyoruz. Bir yandan Rusya’ya karşı dostça olmayan hareketlere karşılık veriyoruz, çünkü kesinlikle karşılık vermek lazım, yoksa boynunuza oturup sizi sürerler, ki bizim tarihimizde böyle durumlar oldu, en yakın tarihlerimizde... Buna geri dönüşe izin vermek mümkün değil ve biz bunu yapmayacağız. Ama bizim kendi çıkarlarımızı hesaba kattığımızda elbette ki bütün partnerlerimizle ilişkilerimizi geliştireceğiz; komşularımız dahil.”
3- HALK İLE YÖNETİMİ AYIRMA STRATEJİSİ: TEORİ VE PRATİK...
Putin, Rusya’nın bu krizde teorik olarak “Erdoğan ile Türk halkını birbirinden ayrı tutma” politikasına bir kez daha vurgu yaptı. “Türkiye’yi de biz dostumuz sayıyoruz, Bizim sorunumuz, davranışlarının kifayetsiz olduğunu düşündüğümüz bazı politik liderlerle” dedi. Bu cümleyi Rusya Dışişleri de sık sık tekrarlıyor. Ancak genel kanı, bunun “teoride” kaldığı “pratikte” ise Türkiye-Rusya ilişkilerinin gerginleşmesi ve yaptırımlar uygulanmasından en büyük darbeyi Rusya’nın hedef aldığı Erdoğan yönetiminin değil, Rusya’da yaşayan ya da Rusya ile ticari-ekonomik bağı olan Türklerin ya da benzer durumdaki Rusların yediği şeklinde. Yani siyasetin tepelerindeki hesaplaşma, sıradan insanların hayatını zorlaştırıyor. Moskova’da yaşayan bir Türk işadamı sorunu yorumlarken, “En son yapılan seçimlerde AKP belki Türkiye’de yüzde 50 oy aldı ama Rusya’da yaşayan Türkler arasında aldığı oy yüzde 23 idi. Rusya’nın sert tavırları, zaten Erdoğan destekçisi olmayan, burada yaşayan, Rusya’yı seven, dostluk için çalışan kitlelere yıkım getirdi” diyor. Yani Putin “halk ile Erdoğan yönetimini ayırdıklarını” söylese bile, özellikle federal medyada tonu zaman zaman yükselip zaman zaman düşen Türkiye karşıtı propaganda, “vur” deyince “öldüren” Rus bürokrasisi, herkesi aynı kefeye koymaya ve burada yaşayan Türklerin Rusya sevgisini törpülemeye devam ediyor. Bu durum, ilişkilerin bugünü tahrip olsa da, “geleceğini kurtarma” sevdasından olanların hevesini ve umutlarını kırıyor.
4- TURİZMDE UMUT BAŞKA BAHARA...
Putin, yaklaşan yaz sezonunda Rusyalı turistlere kapalı olan Türkiye ve Mısır destinasyonları ile ilgili bir soruyu yanıtlarken, yakın vadede Türkiye kapılarının açılmayacağını da net olarak vurgulamış oldu. Rus lider, iki ülkede de terör olayları yüzünden vatandaşların can güvenliği olmadığını söyledi. Bu noktada Mısır yönetimin “radikal güçlerle savaştığı için” övdü, Türkiye içinse çok sert konuştu: Türkiye'nin güneyinde iç savaş durumu olduğunu, sürekli terör saldırıları meydana geldiğini, Türkiye'ye giden Rusların güvenliğinin garantide olmadığını savundu ve şöyle dedi: ““Türk yönetimi radikallerle savaşmak yerine onlarla işbirliği yapıyor.” Bu değerlendirme, Türkiye’de “aşırı iyimserlik” ile turizmde engellerin yakında kaldırılacağı, Rusya’dan bu yıl 2,5 milyon turist geleceği gibi beklentilerin gerçek tablodan hayli uzak olduğunu gösteriyor. Turizm sektörünün ateşle imtihanı uzun sürecek.
5- “İYİ İLİŞKİLER İSTİYORUZ AMA...”
Putin esas olarak Türkiye dahil tüm komşularla iyi ilişkiler istediklerini, “düşman çemberi” içinde olduklarını kabul etmediklerini özellikle vurguladı. “Bizim komşularımızla genel olarak çok iyi ilişkilerimiz var. Türkiye’yi de biz dostumuz sayıyoruz, Türk halkını da bizim için en iyi komşuluk ilişkilerini kuracağımız dost halk görüyoruz” sözleri önemliydi. Ayrıca, “Bizim kendi çıkarlarımızı hesaba kattığımızda elbette ki bütün partnerlerimizle ilişkilerimizi geliştireceğiz; komşularımız dahil” sözlerinin altını çizmek lazım. Yani Putin bir yandan pragmatik olmaya çalışıyor, Türkiye ile normal ilişkilere dönme arzusunu gösteriyor. Ama diğer yandan bunun ön şartları yerine getirilmeden adım atması da beklenmiyor. O “ön şartlar” ise, uçağın düşürülmesinden dolayı Türkiye’nin resmen özür dilemesi, pilotlar ve uçak için tazminat ödemesi. Bunlar da bütünüyle “Erdoğan’ın kırmızı çizgileri” gibi duruyor, çünkü Ankara bu şartlar açıkça yerine getirilmeden, “bir şekilde” iyi ilişkiler ve işbirliğine dönülmesi çabasında. İki tarafın beklentileri ve yanıtları tamamen ters. Bu matematikten “doğru yanıt” çıkması zor. Yani bu denklemdeki veriler değişmediği sürece, krizin tümüyle aşılması mümkün görünmüyor. Bugünkü haliyle, ilk tepkilerin yatıştığı “yatay seyir” ve “kriz ile yaşama hali”nin uzun sürmesi yüksek ihtimal.
NE YAPMALI?
Putin’in dünkü sözleri, jest ve mimiklerine dair bu analiz denemesinden sonra, tarihin en eski ve en zor sorusuna yeniden dönüyoruz: “O zaman ne yapmalı?”
“Neyin olacağını görmek için önce neyin olmayacağına bakmalı” diyen bilgenin sözüne kulak vererek meramımızı anlatmaya çalışalım:
Hiç yapılmaması, süratle vazgeçilmesi gereken ilk şey: “Kara propaganda.”
İki tarafta da maalesef mevcut iktidarların uzantısı olan medya organları, sağduyudan uzak, ateşe körükle giden, şovenist duyguları körükleyen, karşı tarafı aşağılamaya-küçük düşürmeye yönelik sorumsuz yayınlarından geri durmuyorlar. Hedefin "hasım sayılan liderler" olması bir yere kadar, ama çok sıkça "topyekün diğer memleket" hedefe oturtularak düşmanlık körükleniyor. Bu kesilmedikçe, çözüm yolunda ilerlememiz zor.
İkincisi, bir süre için olabildiğince bu sorun etrafında az konuşulacak, az yorum yapılacak bir “sessizlik ve sükunet dönemi” yaşanması lazım.
Eğer karşı tarafın taleplerini bir yolunu bulup karşılamayı "kırmızı çizgi" sayıp kendinizi alenen geri adım atamayacak hale getirdiyseniz başka yol kalmıyor.
O zaman insanlara, halklara, acılarını içlerinde yaşayacak, öfkelerini soğutacak, duygusal patlamalardan arınacak bir zaman tanımalı. Bu dönemde alınacak darbelere de katlanmalı.
İnsani ilişkilerde de, hatta karı-koca kavgasında bile böyledir: Çok büyük bir kırgınlık, öfke varsa sıcağı sıcağına yapılacak, ısrarla sürdürülecek her tartışma, her temas acıları, öfkeleri yeniden canlandırmaktan ve intikam duygularını körüklemekten başka işe pek yaramaz.
Israrla ve iyi niyetle “Hemen bir şeyler yapılsın, hemen vakit geçirilmeden adımlar atılsın, ziyaretler başlasın vb.” diyenler bu gerçeği göz önünde bulundurmalı. Onlar kayıpların artmasına bakarak acele ediyor ama biz "günü" değil "geleceği" kaybetmekten söz ediyoruz...
Önümüzdeki upuzun yılları kaybetmeme uğruna, bugünlerde maalesef birkaç ayı, hatta yılı kaybetmeyi göze almak zorunda kalabiliriz.
Özetle Türkiye-Rusya krizinde şu an hararetle yapılacak her kontrolsüz hamle, yarayı yeniden dağlayabilir, ateşi yeniden harlayabilir.
Şu an en çok ihtiyacımız olan, yaranın “kabuk bağlamasına” imkan verecek bir “sükunet dönemi” olabilir. Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanana benzer...
Ama işte bunun ilk şartı, “kara propaganda” mekanizmalarının susması, “söz gümüşse sükut altındır” anlayışının bir süre egemen olması. İç politika hedefleri için ülkeler arası ilişkilerin payanda yapılması hatasına düşülmemesi...
“Ağız ishali”nden mustarip olunan şu günlerde, bir süre susup hepimiz en zor şartlarda işimizi en iyi yapmaya çalışarak, halklar arasındaki temasları sürdürerek, büyüyen Türk-Rus neslinden umudu kesmeksizin, bir müddet yaralarımızla yaşamaya alışmamız lazım. Çünkü iki başkentte de içten içe "bir çıkış bulma" arzusu olsa da, henüz "yol" bulan yok...
Çoğunluk yaralarına basıldığında bağırır, biz ülkelerimizin iyiliği için şu an “susanlardan” olmayı doğru buluyoruz.
Tarihin akışı "olaylar ya da kişilerin yanlışları yüzünden" kesintiye uğrayabilir ama yolundan tümüyle çıkmaz. Su akar, kendi yolunu bulur. Türkiye-Rusya ilişkileri de bugün en zor dönemlerini yaşasa da, "yarın bizimdir".
TÜRKRUS.COM
15.4.2016
Реклама