Gazete okuma merakı
M. HAKKI YAZICI'nın kaleminden: Geçenlerde Olga Teyzeyi, üst kat komşum Vladimir İvanoviç’in karısını bizim padiyezdin, yani apartman girişinin önündeki bankta otururken gördüm. Mayıs bayramlarından beri Vladimir İvanoviç ve Olga Teyze daçalarındaydılar. Uzun zamandır görüşememiştik. Ben de yanına çöktüm, muhabbete başladık.
Konuştu da konuştu, sonunda yine konuyu Vladimir İvanoviç’in çok içtiğine getirdi, şikayetlendi.
Halbuki bu, Rusya’da normal bir durum.
Bir de etrafını unutup, gazeteleri en küçük haberlerine kadar okumasını eleştirdi. Hani ölüm ilanlarına kadar okumak derler ya, öyle okuyormuş. Gerçi artık ihtiyarladığından mı, yoksa çok içtiğinden mi nedir, o kadar çok okuyamıyormuş.
“İyice yaşlandı zavallı. Artık gözlüksüz iri puntolu başlıkları bile zor okuyor. Hemen yoruluyor, içkinin de tesiriyle sızıp, uyuyor.”
Suskunlaştı. Sanki mazide kısa bir gezinti yapıp, geri döndü; sonra devam etti:
“Biliyor musun?” dedi, “Ben senelerce gazetelerin hep birinci ve son sayfalarını okudum. Kocamın nadiren elinden bıraktığı gazetelerin ilk ve son sayfalarını okumakla yetindim. Kahvaltıda, dinlenme bahanesiyle otururken, otobüste, metroda… Ve hep o gazete okuyan adamın, kocamın yüzünü görmek istedim.”
Bu, ince bir sitem ve sorgulamaydı hayatlarına dair.
Aslında onların birbirlerine çok düşkün olduğunu, yılların yıpratamadığı bir aşklarının olduğunu biliyordum.
***
Vladimir İvanoviç’le bu ortak gazete okuma merakımızı daha önce çokça konuşmuştuk.
Bilmiyorum, siz de benim gibi gazete okuma merakını bırakamayanlardan mısınız? Hem de haberler o kadar içinizi karartsa, yaralasa bile…
Ben hala öyleyim. Ama Rusya’da bu zevkten mahrum oluyorsunuz. Türkiye’de olup bitenleri gazetelerin internet versiyonlarından takip etmekle yetinmek zorunda kalıyorsunuz.
Türkiye’ye iş, dinlenmek ya da aile ziyareti için gittiğimde hafta sonlarında yine gazete alıyorum. Ve dönüşte bunları yanımda getiriyorum.
Vladimir İvanoviç’e bu gazeteleri gösterince şaşırmıştı.
İlaveleriyle birlikte, her biri neredeyse yarımşar kiloluk renkli gazeteler. Eskiden bu gazetelerin rekabet amacıyla ansiklopedi, tencere, tava bile dağıttıklarını anlatmıştım; iyice şaşırmıştı.
Gazeteler, eski gazeteler değil. Eskiden boyalı basın diye, promosyon niyetine tencere-tava dağıtıyorlar diye küçümsediğim gazetelerin eski hallerini bile arayacağımı o zaman söyleseler gülerdim.
Halbuki gazetelerin haber vermenin ötesinde ne kadar çok önemli toplumsal işlevleri var, değil mi?
Mesela eskiden olsa rahatlıkla “Bir sinekle bir kötü siyasetçi arasındaki benzerlik nedir?” sorusuna “ikisini de gazeteyle öldürebilirsin!” cevabını verebilirdik.
Son yıllarda gazetelerin, gazetecilerin siyasilerle, iş dünyasıyla, kulüp başkanlarıyla, polis şefleriyle, paşalarla daha içli dışlı olduğu; bundan güç, kuvvet aldıkları, beslendikleri bir yeni zamanı yaşıyoruz.
Şimdi birileri sen iyice yaşlandın da, hafızanı mı kaybettin, bu hep böyle değil miydi diye çıkışacaktır.
Doğru herhalde,…ama ben yüreğim inciniyor da başka türlü hatırlamak istiyorum belki.
Ancak şimdilerde bariz bir fark var; yurtdışı muhabirleri dahi kalmamış bir gazetecilik dönemini yaşıyoruz. Ne yazık!
Kendi hesabıma eski Moskova muhabirleri Hakan Aksay’ı, Cenk Başlamış’ı çok özlüyor ve arıyorum; canına dişine takmış direnen ve iyi bir iş başaran Turkrus.com ve Kompas’ın yaratıcısı, yayıncısı Suat Taşpınar ve birkaç kişi olmasa kendimi daha da kötü hissedeceğimi biliyorum.
Tek ümidim bunların değişeceği yeni bir döneme girilebilme ihtimali. Israrla ve iyimserce benim bu ihtimali sevme halimi seviyorum.
Vladimir İvanoviç’e Hakan Aksay’ın aktardığı, bildiğim bir soğuk savaş fıkrasını anlatmıştım. Fıkra şöyleydi:
Güya Büyük İskender, Cengizhan ve Napolyon Kızıl Meydan’da bir askerî töreni izlerken konuşuyorlarmış. Büyük İskender, geçen tankları göstermiş, “Böyle, tanklarım olsaydı dünyayı ele geçirirdim,” demiş. Cengizhan, “Böyle füzelerim olsaydı, dünya benim olurdu” diye hayalini anlatmış. Napolyon ise Sovyetler döneminin 10-12 milyon tirajlı efsanevi gazetesi Pravda’yı kastederek şöyle demiş: “Böyle bir gazetem olsaydı, Waterloo Muharebesi’ni kaybettiğimi kimse öğrenemezdi”
Vladimir İvanoviç, başını sallayıp, gülmüştü.
Gazeteler bu kadar önemli yani…
Bunun farkında olan güçlüler de bu durumu kullanıp, kendi yandaş medyalarını yaratıyorlar. Yağdanlıklarını da tabii… Aslında sadece yağdanlık gazeteciler yok, bir de ne kadar iyi şey yapsa icraatları haber olamayan siyasiler var.
Rövanş olsun diye bununla ilgili bir anektodu da Vladimir İvanoviç anlatmıştı:
Güya Sovyetler döneminde bir valiyi gazeteciler nedense hiç sevmezmiş. Yaptığı iyi şeylere bile burun kıvrılırmış. Bu duruma kızıp, içerleyen adam, fantezi bu ya, bir gün bir basın duyurusu yayınlayıp, şu gün, şu saatte Volga’nın en geniş ve en derin yerinde nehrin üzerinde yürüyeceğini ilan etmiş. Vakit kışın nehrin donduğu günlerde değil, buzların tamamen eridiği, debisinin yüksek olduğu yaz başlarındaymış… Neyse gün gelmiş, gazeteciler o mahale gelmişler, vali dediği gibi nehrin en derin ve en geniş yerinden, hoplaya zıplaya yürüyerek karşıya geçmiş. Gazeteler ertesi gün iri puntolarla şu başlığı atmış: “Vali yüzme bilmiyor!”
***
Olga Teyze, Vladimir İvanoviç’i çekiştirmeye devam ediyor.
Birazcık havayı değiştirmek için araya laf sokuyorum; Vladimir İvanoviç’le çok uzun yıllar evli kalabilmenin, hem de mutlu olmanın sırlarını soruyorum.
“Bizim zamanımızda kırılan bir şeyler olduğunda hemen çöpe atılmazdı, onarılırdı, ondandır,” diye cevap veriyor.
Ancak nafile, bunu söylüyor, ama yine çekiştirmeye devam ediyor.
“Biliyor musun ne oldu?” diyor.
Anlatmadan önce de Vladimir İvanoviç’e söylemeyeceğimin sözünü alıyor.
Vladimir İvanoviç, daçada da olsa gazete okuma merakından vazgeçmemiş, yakındaki köyde gazete satan dükkana üşenmeden her sabah gitmiş.
“Gazeteleri alıyor, okurken bir yandan da içmeye devam ediyor,” diyor Olga Teyze.
Sonra yoruluyor, alkolün de etkisiyle sızıp, uyuyormuş.
Bu her defasında böyle oluyormuş. Olga Teyze de “Madem okuyamayacaksın, ne diye alıyorsun,” diye söyleniyormuş.
Vladimir İvanoviç, köye gitmeye üşenmeye başlayınca bu defa Olga Teyzeye askıntı olmuş, “Sen nasıl olsa alışverişe gidiyorsun, gitmişken gazete de al,” diye; o da biraz dirense de dayanamamış, çaresiz kabul etmiş.
Olga Teyze dediysem, öyle düşkün, yatalak babuşkalardan falan değil; o da kocası gibi dinç. Yani zıpkın gibi… Bisikletine atladığı gibi pır diye yakındaki köye gidiyor.
“Günlerce her sabah gazete taşıdım ona. Ama o, her defasında daha gazeteyi eskisi gibi okuyamadan sızıp, uyudu,” diye anlatıyor Olga Teyze, “Sonunda ben de bıktım. Dükkandan bu kez aynı gazeteden yedi tane aldım, her sabah yeni almış gibi birini verdim. Yine aynı şekilde gazeteyi bitiremeden sızdı. Bir hafta sonra bana ne dedi biliyor musun?”
“Ne dedi?”
“Gazetedeki baş sayfadaki bir kaza haberini kastederek, ‘Yahu Olga, bu dünyada ne aptal insanlar var; yedi gündür, aynı adam, her gün arabasıyla aynı ağaca çarpıp kaza yapıyor,’ dedi.”
mhyazici@yandex.ru
17.6.2015
Реклама