Spasiba Deduşka...
M. Hakkı Yazıcı'nın kaleminden: Sabahın köründe kapı zili çalınınca bizim padiyezd (apartman girişi)’in şifresini öğrenen uyanık Özbek patates satıcısı yine kapıya dayandı diye düşündüm. Bu sefer iyice kalaylamak için kararlı bir şekilde kalktım. Uykulu gözlerle kapıyı açtım. Kapıda Özbek patates satıcısı yoktu; süslenmiş püslenmiş, bayramlık giysilerini giymiş üst kat komşumuz Vladimir İvanoviç yüzünde kocaman bir gülücükle kapının önünde dikiliyordu.
“Hadi,” dedi, “Daha hala hazırlanmadın mı?”
Uyku sersemliğimi üzerimden attıktan sonra hatırladım; günlerden 9 Mayıs’tı. Vladimir İvanoviç’e törenlere beraber gidelim demiştim.
Dokuz Mayıs, Zafer Bayramı (Günü)!
Sovyetler Birliği, dört uzun yıl boyunca Alman Nazizmine karşı savaşmıştı. Ve sonunda bu zor savaştan muzaffer olarak çıkan Sovyetler Birliği olmuştu. Bu Bayram, Rusya’da herkes tarafından hatırlanıyor. Nasıl hatırlanmasın ki savaş, milyonlarca insanın hayatını yitirmesine yol açmış, neredeyse her ailenin canını yakmıştı.
“Sı dnyöm pabedı! -С Днём Побе́ды! (Zafer Günün kutlu olsun!)’” dedikten sonra onu içeri buyur edip, hızlıca elimi yüzümü yıkayıp, üstümü başımı giyinip, hazırlandım.
Birlikte dışarı çıktık.
Daha sokağa adımımızı atar atmaz yoldan geçen iki güzel genç kız koşarak yanımıza gelip, Vladimir İvanoviç’e sarılıp, “Spasiba dedu za pabedu!- Спаси́бо де́ду за побе́ду! (Teşekkürler dedecik zafer için!),” diyerek yanaklarından öptüler.
Ben şaşırmıştım, o ise gözünün ucuyla bana bakıp, göz kırptı.
“Görüyor musun?” dedi, “Bu onur bile insanın ömrünü uzatmaya yeter.”
Şöyle bir kez daha baktım: Vladimir İvanoviç sadece özel günlerde giydiği temizlenmiş, ütülenmiş asker üniformasına bütün onur ve kahramanlık madalyalarını takıp takıştırmıştı. Yüz ifadesinde bel ağrılarının, yüksek tansiyonunun hiçbir izi yoktu.
“Yahu Vladimir İvanoviç, sende bu üniformayı giydiğin ilk günden beri hiç mi değişiklik olmadı? Göbek, kamburluk gibi, falan…Nasıl korudun vücudunun formunu böyle? Hala sanki yeni dikilmiş gibi vücuduna oturuyor.”
İltifatımı almış olmanın mutluluğuyla, “Evlat dünya hallerini biliyorsun; Hitler gibi, Mussolini gibi bir manyağın yeniden dünyayı cehenneme çevirmeyeceği ne malum? Faşistlere karşı her zaman vatan savunması için diri ve hazırlıklı olmalı,” dedi.
Dünya hallerini ve kendini bilen hiçbir Rus bu olaya kayıtsız değil.
Zafer Günü (Pabeda)’nın sembol renklerini taşıyan, turuncu-siyah renkli Georgiy Nişanı kurdelelerini ( Гео́ргиевская ле́нточка ) Ruslar eşyalarına, elbise yakalarına, çantalarına, arabalarının antenlerine, kapı kollarına bağlıyor. Bütün bir yıl boyunca da böyle dolaşıyorlar.
Törenlerin yoğunlaştığı yere gidebildiğimiz yere kadar Metroyla, sonrasında da biraz yürüyerek vardık.
Törenlerden sonra Vladimir İvanoviç ve onun eski arkadaşları hemen her sene 9 Mayıs günü öğlene doğru Bolşoy Tiyatrosu’nun önündeki küçük parkta, Marx’ın heykeline nazır toplanıyorlar. Yavaş yavaş doluyor parktaki açıklık. Daha önce gelenler yeni gelenleri öpüp sarılarak karşılıyorlar. Koyu bir muhabbet başlıyor. Bir süre sonra geçen sene aralarında olan bazılarının olmadığını fark ediyorlar. Birbirlerine sorup öğrenmeye çalışıyorlar. Neden sonra aralarında olmayanların hasta ya da ölmüş olduklarını öğreniyorlar. Havaya bir sessizlik ve hüzün hakim oluyor.
Daha sonra biri garmoşkasının tuşlarına usul usul basmaya başlıyor. Hüzünlü bir melodi dolaşıyor kalabalığın arasında…Hüzünlü melodilerin yerini yavaş yavaş neşeli melodiler alıyor. Eski, coşkulu Sovyet şarkılarını hep bir ağızdan söylemeye ve dans etmeye başlıyorlar.
Yoruluncaya kadar dans edip, şarkılar söylüyorlar. Faşistleri yenmenin sevincini bir kez daha yaşıyorlar.
Zafer Günü’nü her sene, ama her sene aralarından bazılarını yitirseler bile böyle kutluyorlar. Aralarında genç insanlar da var; kimileri torunlarını da getiriyor. Bu yüzden hepsi yaşamını zaman içinde yitirse bile kutlamanın kesintisiz bir şekilde ileriki yıllarda da devam edeceğine inançları var.
Rusya’nın 9 Mayıs Zafer Bayramı heyecanını yeniden yaşadığının bir kez daha şahidi oldum...
Çok eğlendim. Sadece eğlenmekle yetinmeyip o güzel, onurlu insanlarla birlikte olmaktan çok haz aldım ve duygulandım.
Tam kutlamaların ortasında Alper telefonla aradı. Ne zaman böyle zamanlarda münasebetsiz bir telefon gelse, “Alper arıyordur,” diye tahmin ederim, genellikle de tutar. Gürültüden zor duyarak, anlamaya çalışıyorum ne dediğini:
“N’aber abi, n’apıyorsun, neredesin?”
Söylüyorum, şaşırıyor, “Ne işin var abi, senin orada?” diyor.
Üşenmeden kısaca anlatmaya çalışıyorum. Bizim de Kurtuluş savaşı yaşamış bir halkın çocukları olarak bu duygulara hiç yabancı olmadığımızı falan dilim döndüğünce, fazla uzatmadan açıklamaya çalışıyorum. Umarım anlamıştır. Genç çocuk, nasıl olsa zamanla anlar.
Akşam eve dönünce Vladimir İvanoviç ‘le bir gözümüz ve bir kulağımız televizyondaki kutlama haberlerinde muhabbete devam ettik:
1 Mayıs Emek ve Bahar Bayramı'ndan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası’nın mağlup edilmesinin yıldönümü olan 9 Mayıs Zafer Günü de biber gazına falan ihtiyaç olunmadan, coşku ve sevinçle; geniş katılımlı törenlerle kutlanmıştı.
Zafer Bayramı coşkusuyla meydanları dolduran yüzbinlerce Moskovalının verdiği izlenim ise faşizm benzeri bir illetin insanlığın başına musallat olması halinde yeniden tepelemekten geri durmayacakları şeklindeydi.
Zafere giden yol zor, meşakkatliydi. 26,6 milyon kişinin Nazi Almanyası’na karşı yapılan savaşta can verdiği bir kez daha hatırlanmıştı...Cephelerde savaşan askerlerin, fabrikalarda erkeklerin yerini alan kadınların ve yaşlarının çok çok üstünde acılar çeken çocukların asla unutulmayacağı vurgulanmıştı.
Vladimir İvanoviç ,“Seneye yine beraber gidiyoruz, tamam mı?” diye sordu.
Bir an durdum. “Senin bel ağrıların ve yüksek tansiyonun izin verirse, benim de vize sorunum olmazsa gideriz,” deme densizliğinde bulunacak değildim ya.
Bu kısa tereddütten sonra, kararlı bir tonda “Tabii ki!” diye cevap verdim.
11.5.20139
Реклама