Yurtdışında Türk imajı parlarken...
İsmail Boy yazdı: Ülkelerin imajı gelişmişliğin kriterlerinden biri olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm dünyada önemli olmaya başladı. 1980 öncesi Türk insanı yurt dışına ya öğrenci olarak ya da işçi olarak gidebiliyordu. Bugünkü gibi, işadamı, yatırımcı veya uluslararası firmalarda görevli "expat" olarak gitmek o dönemler için pek mümkün değildi. Zaten ülke içindeki işadamlarımız tamamı bir elin parmakları kadarken yurtdışına nasıl işadamı veya yönetici gönderebilirdik ki?
Yurtdışında çalışan isçilerimizin de önceliği ekmek parası kazanmak olduğu için ‘imaj’ falan onların pek karnını doyuran şeyler sınıfına girmezdi. Hem zaten çalıştıkları ülkenin dilini bile öğrenme ve konuşma gereği duymayan bu garibanlar nasıl olacak da karşısındaki yabancının ülkemiz hakkındaki düşüncelerini kafalarına takacaktı ki?
Bu konu daha çok gurbette okuyan öğrencilerimizi ilgilendiriyordu. Gerçi onlar da Türkiye’ye tatil için gelişlerinde çevrelerine iyi hava atıyorlardı ama okudukları ülkelerde pek bir garip duruyorlardı, öyle ki bazıları yeni tanıştıkları Avrupalılara kendilerinin İtalyan veya İspanyol olduklarını bile söyluyorlardı ve kazara karşısındaki kişilerin o dillerden birini konuşması ile foyalarının ortaya çıkıp aptal durumuna düştükleri de olmuyor değildi. 70'li yıllarda Londra’da bu kazayı yaşayanlardan biri de bu satırları yazan kişiydi.
80’li yılların başında Turgut Özal’ın Türkiye ekonomisini dışa açma politikaları sonucu yabancı dil bilen eğitimli gençlerimiz yurt dışında gözükmeye başladı. O dönemde yönetici olarak çalıştığım şirkette başka yabancı dil bilen biri olmadığı için çaresiz kalıp beni de ihracat görevlisi olarak önce Libya sonra da İran ve son olarak da Rusya'da görevlendirdiler.
Libya, Kaddafi’nin 1969 yılında yaptığı devrimle Türkiye’yi ziyarete gelen Kral İdris’i devirip yerine iktidara geçmiş, aynen Hitler’in “üstün Alman ırkı” yaratma projesindeki gibi nüfusu 2,5 milyon olan Libyalıları diğer tüm ulusların üstünde olduklarına inandırmaya çalışmıştır. Öyle ki o dönemler Libya’da iş yapan müteahhit firmalarda çalışan Türk işçilerini ve oraya mal satmaya çalışan bizim gibi yöneticileri gösterip, “Ey halkım, bir zamanlar kapısında köle gibi beklediğimiz Osmanlı’yı şimdi sizin ayaklarınıza kadar size hizmet etmeleri için getirdim” diye nutuklar atıyordu. Yani Libya’da dahi Türk olarak imajımız çok parlak değildi.
İran’a gelince, askerliğini yedek subay olarak yapan her Türk genci yedek subay okulundaki ders sıralarında tarihteki düşmanlarımız sayılırken aralarında İran'ın da olduğunu öğreniyordu. 1979 öncesi İran’ında yani Şah Rıza Pehlevi’nin döneminde Türk insanı zaten İranlı’nın gözünde muhatap olarak kabul görmüyordu. O dönemin İran devleti kendisini Avrupa ile de değil sadece ABD ile kıyaslıyordu. Haliyle İran halkının da Türk insanına bakışı biraz küçümseyiciydi.
İran’da yaşadığım 1982-1986 yılları arasında, Şah Riza Pehlevi İran’dan kaçmış, yerine imam Humeyni gelmiş ve koyu muhafazakar bir dini rejimi oturtmaya çalışırken de Irak-İran savaşı başlamıştı. Bu savaş esnasında İran’ın en önemli lojistik kapısı olarak Türkiye kaldığı için, biraz da mecburiyetten Türkiye ile işbirliği yapmaya başlamıştı.
İran’daki İslam devriminin ve savaşın ilk yıllarında İranlıların ülkeden çıkışları yasaklandı. İranlı kadınlar ülkeden çıkış yolllarından biri olarak ülkelerine gelen yabancı erkeklerle yapabilecekleri evliliği hesaplıyorlardı. Hatta bu işi para karşılığı yapmayı bile teklif edecek kadar çaresizdiler.
Rusya'da çalışmaya başladığımda SSCB’nin son zamanlarıydı, henüz parçalanmamışlardı, o dönemler Rus halkı kendi milletleri dışındaki insanlar hakkında pek bilgi sahibi değillerdi. Türkler hakkında tek bildikleri yaz aylarında Yalta'ya tatile gittiklerinde denizde yüzen çocukları korkutmak için söylenilen “Çok fazla açılma yoksa Barbar Türkler seni kapar” sözleriydi.
Aradan geçen 30 yılı aşkın süre bu ülkelerin Türkiye’ye bakışlarında çok ciddi değişiklik yarattı. Artık Avrupa Türkiye’yi ucuz bir turizm ve dinlenme merkezi olarak görürken komşu ülkeler biraz da dizi filmlerimiz etkisiyle Türkiye’ye başka bir gözle bakıyorlar.
Geçen yıl gittiğim Yunanistan’da dinlediğim bir olayı aktarayım. Gece dışarı çıkmak zorunda olan bir genç kadın küçük bebeğini ne kendi annesine ne de kayınvalidesine bırakamadığını söylüyordu. Çünkü her ikisi de o gece “Binbir Gece” dizisinin finalini seyretmek istediklerini söyleyip öz torunlarını bile kabul etmemişler.
Bugün Libyalılar artık Türkiye’yi işgal etmiş durumdalar. İstanbul’un 5 yıldızlı otellerinde konaklıyorlar. Biz Türklerin de eskiden bin bir güçlükle vize alarak gittiğimiz Libya’ya şimdi elinizi kolunuz sallayarak vizesiz gidebiliyoruz. Üstelik Kıvanç Tatlıtuğ da Libyalı genç kızların sevgilisi olmuş durumda.
İran’da ise durum daha komik. Evlerindeki çanak antenlerle Türk dizilerini izleyebilen İranlı kadınlar tüm Türk erkeklerinin dizilerdeki gibi romantik olduklarını sanıp günün birinde bir Türk erkeğiyle evlilik yapma hayalini kuruyorlar, Mecburiyetten degil, gönüllü olarak evlilik planları yapiyorlar.
Rusya ise bir zamanlar Türkiye'nin ayıbı olan “Nataşa” edebiyatını unutma olgunluğunu göstererek, Türkiye ile yakın ve sıcak ilişkilere girdi. Artık binlerce Türk firması Rusya'nın çesitli köşelerinde yerleşik olarak iş yapabiliyor, binlerce Rus gelinimiz var ve Türkiye'de bizden farksız ve en az bizler kadar güzel Türkçe konuşarak yaşıyorlar. Sadece Rusya'nın değil Avrupa'nın en büyük bankalarından biri olan Sberbank Türkiyede yatırım yapıp, banka satın alıyor ve çalışmaya başlıyor. Rusya TV'lerinde Türk dizilerinin yanı sıra Türkiye'ye tatile giden Rusların maceralarını konu alan komedi dizileri gösteriliyor.
Artık Rus insanının gözünde Türk demek Karadeniz'in serin sularında onları kapıp kaçıracak "Barbar" değil, Akdeniz'in sıcak sularında onlarla birlikte denize girip eğlenilecek insan demektir. Ticarette iyi bir partner, evlilikte Rus kadınlarını dövmeyen, evine ve çocuklarına bağlı koca demektir.
Reklamcılar dünyadaki en etkili tanıtımın “Word of Mouth Advertising”, yani ağızdan ağza yayılan ve hakkında herkesin konuştuğu reklamlar olduğunu söylerler. Komşu ülkelerde gösterilen Türk TV dizileri bu anlamda Türkiye’nin gerçek bir “Word of Mouth” reklamıdır. TV dizilerini “vatan- millet” veya “atalarımızın namusu” meselesi yapmadan önce biraz da ülkemizin tanıtımı açısından bakmakta yarar var sanırım.
25.12.2012
Реклама