Mariya Teyze
KAAN AKOBA yazdı: Kızım üniversiteyi Moskova'da okurken, tek korkumuz okulunu bitirdikten sonra bir yabancı ile evlenmesi ve sonra da bizi bırakıp eşinin ülkesine gitmesiydi. Bu konu hakkında kendisiyle konuştuğumuzda ise gülerek bunun asla olmayacağını söyler, ''Bir yabancı ile evlenmek mi? Lütfen rahat olun ve böyle bir şeyi de aklınızın köşesinden bile geçirmeyin'' derdi.
...
''Bu yıl kızımızın Kudüs'e gidip ardından da orada yaşamaya başlayışının onuncu yılı. Biricik torunum Judit de geçtiğimiz ay dokuz yaşına bastı. Onları ne kadar çok özlüyorum, bir bilseniz...''
Bana gösterdiği fotoğraftaki kız en fazla dört beş yaşlarında. Demek anneannesi artık torununun sadece yüzünü yakından görüp koklayamamakla kalmıyor, mektuplar fotoğraflar da epey bir zamandır ihmal edilir olmuşlar.
''Eşim daha henüz yaşarken, hiç olmazsa onunla arkadaşlık edip birbirimize destek oluyorduk ama, böyle tek başına kalınca hayat o kadar zor o kadar zor ki size anlatamam ...''
Pazarda yanıma yanaşıp da ''Arkadaşlarım söylediler, sanırım çocuk masalları satın alıyormuşsunuz, benim evimde çok sayıda var ama buraya taşımak zor olduğundan getiremiyorum, ancak isterseniz size telefonumu vereyim müsait olduğunuzda arayıp gelirsiniz. Ben nasıl olsa hep evde olduğum için, siz ne zaman isterseniz arayın'' dediğinde aslında çok da şaşırmamıştım.
Fotoğraflar, kartpostallar, rozetler, pullar, kitaplar topladığımı bilenler görenler daha önce de çeşitli şekillerde karşıma çıkmışlardı ancak doğrusu böylesine hüzünlü gözlerle ilk defa karşılaşıyordum.
Diğerlerinin tüccar tüccar(!) bakan gözleri anında hafızamdan uçup giderlerken, bir kaç gündür Mariya Teyze'nin iki üç kelime konuşmaya, birisiyle dertleşmeye susamış gözlerini ise unutamıyor aklımdan çıkartamıyordum.
''Sana, eskiden uzun yıllar bir kitapçıda çalıştığını ve üstelik bir kaç kere de şehrin en başarılı kitap satıcısı ödülü'nü kazandığını söylemiş miydim sevgilim ?''
Eşim, iyi bir kaynak bulduğumu ve bundan dolayı da çok güzel kitaplara sahip olabileceğimin önceden müjdesini veriyordu sanki ;
''Biliyorsun 'Sovyetler Birliği' yıllarında en muteber sayılan kimselerden bir kısmı binaların girişinde yer alan görevliler ise diğerleri de devlet mağazalarında çalışan satıcılardı. Eğer o görevlilerin canları istemezse, senin işin ne kadar acil olursa olsun, değil görüşmeyi planladığın adamın yanına gitmek, kapıdan içeri bile giremeyebilirdin. Tabi o günlerde satıcılar da en az kapıcılar kadar 'otorite ve yetki' sahibiydiler. Arzın kısıtlı, talebin ise tavan yaptığı o zamanlarda piyasayı ellerinde tutar, istediklerine mal satarken istemediklerine de kalmadı der, üstelik de tenezzül edip yüzlerine bile bakmazlardı.''
''Gerçekten de sana söylediği kadar 'ödüllü' bir satıcı ise, mutlaka kendisine de güzel bir koleksiyon yapmıştır. İşte o yüzden artık pazar pazar gezmene gerek kalmadan, aradıklarının hepsini bir arada kolayca bulabileceğini düşünüyorum. Kısaca senin anlayacağın dilden söylemek gerekirse, maden bulmuşsun yani'' dediğinde hemen telefona sarılmış ve Mariya teyze ile randevulaşmıştık.
...
Şehre ilk geldiğim zamanlarda kaldığım yere yakın bir apartmanın en üst katında yaşıyordu. Rusların iki odalı dedikleri, biz Türklerin ise bir oda bir salon olarak adlandırdığımız, nohut oda bakla sofa bir daire. Kapıyı çalarken yalnız yaşadığını düşünüyordum ama içeri girdiğimde mutfaktan odaya geçen iki genç kızı görünce doğrusu bir an şaşırdım. Mariya Teyze de kızlara şaşırarak baktığımı farkettiğinden olsa gerek, odasına doğru giderken açıklama yapmak zorunda hissetti kendisini ve işte ondan sonra da acıklı hikayesini anlatıverdi uzun süre sonra kendisini dinleyeceğine inandığı birisini bulmuş olmanın da mutluluğu içerisinde.
''Eşim ölmüş, kızım da İsrail'e yerleşmişti. Malum, günlük işler güçler, yol da uzak olunca gelip gitmeleri daha da zorlaşmıştı. Tek başına kalmak, sessizlik, yalnızlık, hasret...Kapım artık çalınmaz olunca belki yalnızlığımı bir parça da olsa azaltır diyerek, üniversitede okuyan iki kızı evimin bir odasına kiracı olarak almaya karar verdim. Paradan çok arkadaş olurlar, onların üniversiteden eve gelmelerini bekleyerek oyalanır, hazırladığım yemeği oturur beraberce yeriz, biraz da olsa sohbet ederiz diye düşünmüştüm ama...''
Sanırım tam da o anda, bir insanın hayatta başına gelebilecek en kötü şeyin 'yalnızlık' olduğuna karar vermiştim. Hiç kimse için gerekli olmadığınızı düşünüyorsunuz ve tek başınızasınız. Kapınız çalmıyor, kimseler selam vermiyor, sabahtan akşama aklınızda düşüncelerle oradan oraya, rüzgarda yere düşmüş bir sonbahar yaprağı gibi sürüklenip duruyorsunuz...
Pazara gelme sebebi de aslında kitap satmak falan değil, yine kendisi gibi 'yalnız' insanlarla birarada olup yalnızlıklarını paylaşmakmış.
''Demin gördüğün kızlar işte bu bahsettiğim benim kiracılarım olan üniversiteliler. Sabahları çok erken saatte evden çıkıyor, bazen çok geç bazen ise eve hiç gelmiyorlar, hafta sonlarında da paraları varsa marşrutkaya* binip, çevre köylerindeki evlerine gidiyorlar. Onlardan aldığım kira parasıyla da zaten harcadıkları elektrik ve su faturalarını ödüyorum. Anlayacağın gençlerle beraber yaşıyoruz, artık tek başıma değilim belki ama, yine yalnızım.''
Eşim bir kez daha haklı çıkmıştı, gerçekten de bir maden bulmuştum, bir duygu madeni. Konuştukça, kazıyıp derinlere indikçe yeni yeni duygular ortaya dökülüyordu.
Mariya Teyze, merakla dinlediğimi görünce anlatmaya devam ediyordu. ''Eskiden beni gören herkes selam verir, halimi hatırımı sorardı. İş yerinde kitapların arasında o kadar huzurlu o kadar mutluydum ki... Kızım Moskova'da okumak istediğinde, eşimle birlikte onu ne umutlarla uğurlamıştık. Bazen biz Moskova'ya onu görmeye gidiyorduk bazen de o tatillerde yanımıza geliyordu. Babasının hastalığını ilk öğrendiğimizde, üniversite son sınıftaydı. Babası yaşasaydı belki de bizi bırakıp İsrail'e gitmez miydi acaba diye sonradan çok düşündüm ama ...''
''Neyse sizin de başınızı ağrıttım, buyrun işte kütüphanem, sadece şuradaki bana ödül olarak verilen kitaplar hariç, ne isterseniz alabilirsiniz. Sizin, onların kıymetini bileceğinizi anlamamak mümkün değil.'' Sonra birden aklına yine kızı gelmiş olmalı ki, biraz kızgın biraz da kelimelerin üzerine basa basa, ''Halbuki kızıma kaç kere söyledim, bak dedim bunlar çok kıymetli kitaplar, al hepsini torunuma oku. Yok uçakla götürmek zor olurmuş da, yok fazladan ağırlık için çok para istiyorlarmış da. Kıyafetlerinden yer kalmadı tabi benim üç beş kitabıma...''
Yeniden durdu, anlatmayı bıraktı. Beni anlattıklarıyla sıktığını, artık susmasının zamanı geldiğini düşünüyordu muhtemelen. Biraz da daha henüz kısa bir süre önce tanıdığı bir yabancıya hayatına ait bu kadar çok şey anlattığı için utanmış olmalı ki başını hafifçe eğip, gözlerini yerdeki bir noktada sabitledi.
En zor şeylerden birisi de, karşınızdakini teselli etmeye çalışırken doğru sözcükleri bulabilme becerisidir. Çünkü en ufak bir yanlış sözcük tercihi, durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Tüm bunlara rağmen yine de o acıyı içinde hisseden insanı bir parça da olsa rahatlatacağınızı bilerek, bir şeyler söylemeye çalışırsınız.
''Doğrusu kızınız sizin kıymetinizi bilememiş, halbuki aslında ne kadar da şanslıymış. Bu sayı ve kalitede kitaba sahip bir anne, aslında pek de kolay kolay herkese nasip olmaz. Kimbilir bu kitaplar torununuzun hayal dünyasını ne kadar geliştirecek, ne kadar mutlu olabilecekti tüm bu masalları akşam yatarken annesinden dinledikçe. Üstelik sadece masallar da değil, görüyorum ki neredeyse tüm Rus klasikleri de var kütüphanenizde, çoğu kimsenin kıskanacağı, hiç de kolay biraraya getirilemeyecek bir hazine bunlar...''
Dinlenildiği bilmek, konuştuklarının havada kalmadığını görmek insana muhakkak ki bir mutluluk verir. Mariya teyzenin yüzündeki hüzün sanırım bir an için de olsa dağılmıştı.
''Hayat da böyle değil mi aslında, iyi güzel şeyler er ya da geç ama bir gün mutlaka, iyi insanlarla buluşurlar. Bunun böyle olduğuna inanmak lazım, yoksa yaşam gerçekten de çekilmez bir hale gelebilir. İşte demin sizin hazine diye tanımladığınız bu güzellikler de, uzun yıllardır raflarda kaldıktan sonra nihayet doğru bir adrese gidecekler, bunu hissediyorum. Sıkıntılı geçen günlerin bizi getirdikleri dertlerle boğmalarına izin vermeden, hayatı bir masal tadında yaşayıp, öykünün sonunda da iyiliğin kazanacağını hiçbir zaman akıldan çıkarmazsak, sanırım her şey ve herkes için çok daha güzel olacaktır.''
*Marşrutka; Rusya'da toplu taşımada kullanılan, bizdeki minübüs ya da dolmuş benzeri araçların genel ismi.
22.10.2012
Реклама