Taşrada işler nasıl bozuldu?
Aslında bu 'köpek, insanı ısırdı' durumu değil mi? Neden bütün kanallar sanki aralarında anlaşıp da birinci sıraya koyuyorlar bu tür saçma sapan haberleri?
İlkbaharda çiçekler açar kuşlar öter, yazın çok sıcak olur millet pişer, sonbaharda ise o açan çiçekler solar öten kuşlar da göçer, eh kış da malum aslında söylemeye bile gerek yok ısınma giderlerinin arttığı, yağışın bol olduğu bir mevsimdir.
Güzel ülkeme hala Afrika ülkesiymiş muamelesi yapanları anlamak mümkün değil, biz ekvator kuşağı ülkesi miyiz ki, kar yağınca haber olsun? Geçenlerde televizyon haberlerinde, 45 yaşında bir Antalyalı çıkıp da, fonda da acemilikden mi yoksa paraya kıyıp da almamazlıktan mı olduğu anlaşılmayan burnu havuçsuz, gariban görünüşlü bir kardan adam, yanında da sanki nefes almasın diye özellikle kat kat giydirilip, bir de kaşkollerle sarılıp sarmalandığını düşündürten görüntüsüyle, çocuğu ; adam uzatılan mikrofona ''Hayatımda ilk defa kartopu oynuyorum'' deyince...
Tamam, haber kanalları habere muhtaç orasını anladık da, izleyiciler niye bu tür haberlere prim veriyorlar onu anlayamıyorum. 'Dağda otlayan kuzularınızı, kurt kaptı kaçtı' diye her gün aynı yalanı söyleyen çobanın hikayesi gibi.
Daha kar taneleri yere düşmeden Büyükşehir Belediyesi açıklama yapıyor, ''Yarın özel otomobillerinizle yola çıkmayın, hatta mümkünse hiç çıkmayın'' diye. Millette de bir panik bir panik, sanki ertesi gün savaş çıkacakmışcasına eve erzak yığıyorlar,
''Mazallah bakkala bile gidemez evde açlıktan ölürüz de sonra pisican bizi yalar yutar'' diye.
Dedim ya çobana döndüler, kar felaket haberi yapıp milleti eve bağlıyor, ardından bir de saat veriyorlar ki daha da inandırıcı olsun,
''Gece saat 23'te kar fırtınası ve tipi bekleniyor''.
Sonra tabi tısss. Sizi bilmiyorum ama ben adamlara artık 'çoban muamelesi' yapıyorum. Arada bir tesadüfen tuttursalar bile, zamanında onca palavra sebepten panik yaptırıp yanılttıkları için, tahminlerine inanmaz da başıma kötü bir şey gelirse ben kabahati gene onlarda bulurum, bakın şimdiden de söylemiş olayım.
Baktım, uçakların İstanbul kalkışında bir iki saatlik bir rötar var, ''Anlaşıldı bunlar yine boş yere gereksiz tedirginlik yarattılar '' deyip Sergey'i arıyorum,
''Tamam gel, her şey normal, uçuyorum''.
Yolda sohbet ediyoruz. Daha doğrusu sinir stress sahibi olduğumdan, konuşup rahatlamaya çalışıyorum. ''Nasıl gidiyor işler?'' diyorum.
''Son zamanlarda, tabiki geçmiş yıllardaki gibi iyi değildi ama, bir kaç aydırsa artık neredeyse tamamen durdu'' diyor.
''Sabah işine geç kalıp da yolu durağa düşenleri iş yerlerine götürüyor, sonra da akşama kadar durakta yatıyoruz.''
Biraz başka şeylerden konuşuyoruz, sonra tekrar soruyorum,
''Putin sizin durağa geliyor mu''. Gözlerini yoldan ayırıp bana anlamaz anlamaz bakıyor. ''Bizim ülkede Başbakan'ın en sevdiği aktivitelerden birisi, taksi duraklarına gidip şoförlerle çay içmek de o yüzden sordum'' diyorum. ''Hııı'' diyor ama bir anlam veremediği de çok belli oluyor.
''Çok gaza basma, bir iki saat rötar olacakmış, daha vaktimiz var yavaş yavaş gidelim'' diyorum...
Sohbet kesilmeksizin devam etsin istediğinden olsa gerek, ''Eee sizin işler nasıl peki?'' diyor.
Topu göğsümle yumuşatıyor, sağ ayakla da doksana takmak üzere hafif sola yatıyorum. ''Rusya'nın batmaması için 'Son Mohikan' benzeri çabalarımızı izlemeye devam et'' diyorum. İçinden ''Bu adam bildiğim kadarıyla içki de içmezdi ama hadi hayırlısı'' der gibi. Yine bir şey anlamadı biliyorum.
''Bak Sergey diyorum, biliyorsun benim bu şehirdeki mağazalardan birisi 60 bin, diğeri de 125 bin metrekarelik iki farklı alışveriş merkezinde bulunuyor. 10 yıl önce gelip de ilk mağazamı açtığım zaman, ki mağaza demek için bin şahit isterdi, sadece 6 metrekarelik ufacık bir yerde satış yapıyordum. Hadi ben küçüktüm falan ama ortalama mağazalar da sonuçta en fazla 15-20 metrekareydiler. Sonra Moskovalılar kendi şehirlerini bitirince, ufak ufak başka şehirlere açılmaya, o şehirlerde mağazalar açmaya, Moskova'da satamadıklarını oralara yani 'buralara' göndermeye başladılar.
Sergey, sazı elime aldığımı, artık havaalanına varana kadar başka konuya atlamayacağımızı anladığından, muhabbetin nereye varacağını da merak ettiği için, tam yarısında çantamı alıp ''Hadi eyvallah, dönüşte görüşürüz inşallah'' deyip arkası yarın yapmayayım diye gaza yüklenmeyi kesiyor.
Sessiz anlaşmamızdan yaklaşık 20 dakika daha yolculuğumuzun süreceğini hesaplayıp anlatmaya devam ediyorum. ''Şimdi o zaman ne oldu bak, kabaca 60 bin metrekare alışveriş merkezinin osunu, busunu düş, geriye 30 bin metrekare mağazalara kalır. 20 metrekare ortalama mağazadan hesaplarsak da bu toplam 1500 kiracı demek oluyor. Anlaştık mı?
Şimdi AVM'nin sahibi bakıyor Moskovalılar gelip, 200-300 metrekarelik mağazalar istiyorlar, dükkanı kiralayan da sanki babasının tapulu malıymış gibi hesap kitap yapmadan dekorasyona bir ton para harcıyor, o zaman diyor ki, ''Kardeşim ben niye ufak ufak 1000 tane adamla uğraşayım? AVM'nin yarısını Moskovalılara kiralar, kalanını da dükkanlar en az 50 metrekare olacak diye zor koşar az sayıda adama veririm'' Şimdi sözde uyanık ya, az adamla uğraşınca sanıyor ki masraf da, risk de düşecek.
Artık nasıl kendimi kaptırmış anlatıyorsam, Sergey de ''Bu işin sonu nereye varacak acaba?'' diye sık sık gözünü yoldan ayırıp bana bakıyor. Biraz tedirginim ama, ''Neyse Sergey işini iyi bilir'' diye düşünüp kendimi rahatlatıyorum.
''Şimdi sana neden, Son Mohikan'ım dedim oraya geliyorum. Eskiden ufak mağazaların kiracıları olan 1500 ufak adamlardık biz. Kimimiz Türkiye'den kimimiz Polonya'dan, Suriye'den, Uzakdoğudan kısaca dünyanın heryerinden, büyük çoğunluk da Moskova'daki toptancılardan mallarımızı alır, tezgaha koyar, en az iki kişi çalıştırır, onların aileleri kendi ailemiz derken yaklaşık 20 bin kişi bu işten direkt para yerdi, bak direkt diyorum yoksa dolaylı olanları da saymaya başlasak sonu yok.''
''Nasıl sürüyordu hayat? Kiracı Moskova'ya gidiyor, malı alıp geliyor, satış yapıp para kazanınca bu para bizim şehirde harcanıyordu. Arsa alıyor, ev yapacak, tuğla fabrikasından tuğla lazım. Bak tuğla fabrikasının sahibi kazandı, çalışanlar kazandı, kamyoncu kazandı, tuğladan bina yapacak usta kazandı. Bakkala gidip ekmek alsa....
Devam etsem aslında sabaha kadar sürer de, Sergey ne demek istediğimi anladığı için kesiyorum. ''Yani diyorsun ki para bizim şehirde kalıyordu değil mi?'' ''Aferin, aynen öyle'' diyorum. ''Belki kimse çok zengin olmuyordu ama idare ederek de olsa iyi kötü yaşıyordu.''
''Peki şimdi ne oldu? Moskovalılar bütün yerleri parselleyince, satıştan gelen paradan sadece kira ve personele ödenen kısmı burada kalıyor. Şirket merkezleri Moskova'da ya da başka yerlerde olduğu için ödedikleri vergiler bile burada kalmıyor ayrıca karlarının tamamını da transfer ediyorlar. Böyle olunca da para şehrimizde elden ele geçip ticaretten herkes nasipleneceği yere, karlarıyla eldeki avuçtaki paramızı emip bitiriyorlar. Bir süre sonra, millette para kalmıyor, böylece satışları azalıyor, satışlar düşünce de mağazayı kapatıp çekip gidiyorlar. Şehir de western'lerdeki ıssız, terkedilmiş kasabalara dönüyor. Ben ve bizim gibi bir kaç kişi de bakalım hangimiz Son Mohikan olacağız diye beklemekten başka bir şey yapamıyoruz. Anlayacağın, 'Büyük balık küçük balığı yutar'daki küçük balıklarız, yutulmayı bekleyen.''
Bagajı açıp, ufak el çantamı bana uzatıyor, ''Biz,Türkiye'de yolcunun arkasından su dökeriz, yolu açık olsun da, hemen gidip gelsin diye'' dediğim günden beri bagajında hazırda bekleyen su şişesi ile beni uğurluyor.
akoba66@yahoo.com
7.3.2012
Реклама