Babalar ve oğullar
Babaya sorsanız sadece çocuğun iyiliğini istiyor. Bazı kötü niyetli komşuların onları kötü yola düşürüp aileyi dağıtmak istediğine gönülden inanıyor. Hatta zamanında mahalle muhtarlığı için rekabet ettiği komşunun, evin eşyalarına bile göz diktiğinden emin. Küçükken elini sıkı sıkı tutmazsa, çocuğun düşüp kafasını gözünü yaracağından korkardı. Büyüyünce de davulcuya-zurnacıya kaçmasından korkuyor. Onun için tüm kararları o veriyor. Çocuğun hepten hapishane hayatı yaşadığını söylemek abartı olur. Mahalleden kısa süreliğine çıkmasına, marka elbiseler almasına, TV'de 'rahatlatıcı' programlar izlemesine izin var . Kafa karıştıran, özgürlük-demokrasi gibi şeylerin tartışıldığı birkaç kanal vardı, onları da baba iptal ettirdi. Çocuk harçlığı denk getirirse mahallenin yakınındaki plajlara gidiyor, denize giriyor, dans ediyor, müzik dinliyor, enerjisini harcamaya çalışıyor.
Ama çocuğun kafası zapturapt altında. Her düşündüğünü söylemesine izin yok. Fazla soru sormasına izin yok. Çocukluktan çıkalı hayli zaman oldu aslında. 16-17 yaşına geldi. Reşit olmak üzere. Başka mahallenin çocuklarına bakıyor. Kimisi zengin, kimisi yoksul. Ama çoğu daha özgür. Babalarını gerektiğinde alenen eleştiriyorlar. "Sen tek başına bizim kaderimize karar veremezsin" diyorlar. Onların babaları hoşuna gitmese de dinliyor, hatta çoğu kez uyuyor söylenenlere.
Oysa bu mahallede durum farklı. Babanın eli sopalı. 'Hem severim, hem döverim' havalarında. 'Aç değilsin açıkta değilsin, daha belanı mı arıyorsun? Bana dil uzatırsan dilin kopar' demeye getiriyor. Ama çocuk kıvranıp duruyor. Aile fertlerinin çoğu kaderlerine razı. Vakti zamanında, sarhoşundan iktidarsızına bir dolu akrabanın elinde perişan olmuşlar, aç kalmışlar, ha bire kötek yemişler. O yüzden, çoğunluk sofrada her gün sıcak ekmek ve babanın demir yumruğu eksik olmasın istiyor. Babanın da işleri yolunda. Bahçede kaynak suyu çıktı. Mahalleliye satıyorlar, millet kuyrukta, kasa dolu.
Ama evin küçük çocuğu, uzak mahallelere gidip geldikçe, orada baba-oğul ilişkilerinin farkını gördükçe, babasına karşı duygularının hangisinin daha güçlü olduğundan bazen emin olamıyor: Sevgi mi, korku mu?
Çocuk bir eşiği geçmiş. Dünyanın en değerli şeyinin ne olduğunu öğrenmiş. Ne ekmek, ne su; Özgürlük! "Bir sözün coşkusuyla, dönüyorum hayata, senin için doğmuşum haykırmaya" diyor için için. Bazı kardeşleri babaya isyankâr oluyor, alenen kafa tutuyor, baba da onları kulağından tutup şamarı indiriyor. Çocuk üzülüyor. Çünkü o herkesin iyiliğini istiyor aslında. Babasını seviyor, evini seviyor, huzuru seviyor, ekmeği seviyor.
Babası, "Sen küçüksün, hayatımızla ilgili her şeye ben karar veririm" dedikçe ve öyle de yaptıkça çocuk kahroluyor. Babadan daha fazla harçlık koparanlar, korkanlar ya da elinin ağır olduğunu bilenler etrafında pervane oluyor, bir dediğini iki etmiyor, baba bir süreliğine alıp başını bir yerlere gitmeye niyetlense "Gitme, kurtar bizi baba!" diye ağıt yakıyorlar.
Aslında herkesin dileği iyilik, güzellik.
Ama herkes kendi bildiği yoldan yapmak istiyor bunu. Baba, "Her şeyin başı aile birliği, dirliği, düzeni. Her kafadan bir ses çıkmasın, kakofoni olmasın, düzen bozulmasın" diyor. Çocuk, "Farklılık zenginliktir. Herkes konuşsun, kimse babadan korkup susmasın, özgür bir ortamda evin dirliği, düzeni daha da güçlenir" diyor. Baba buna inanmıyor, kendi babasından, dedesinden ne gördüyse öyle devam etmek istiyor.
Çocuk büyüyor, bilinci açılıyor, dünyayı görüyor. Korkunun değil sevginin ağır basmasını istiyor. Hayatta ekmeğin, huzurun, dirliğin çok ama çok mühim olduğunu anlıyor.
Ama özgürlüğün, bunların hepsinden daha önemli olduğunu düşünmeden de edemiyor. Babalar ve oğullar, bir alametin sırtında meçhule doğru ilerliyor.
25.11.2007
Реклама