PAZAR YAZISI/ Özgürlüğün kaç para eder?
Hayat biraz körün fil tarifine benziyor. Fotoğrafın tamamını görme şansınız olmuyor. Tuttuğumuzla tanımlıyoruz. Her yerde, her zaman aynı manaya geldikleri söylenen kimi kavramlar için de aynı şey geçerli. Kendinde olanı ve olmayanı, bir şeyin kendinde bıraktığı izleri, teorik değil pratik yansımalarını hesaba katarak bir sonuca varıyor çoğu kez insanoğlu. Yani genellikle saf içeriği kavramak ve kurcalamak yerine, o içeriğin hayattaki somut yansımasına bakarak yargılarımızı oluşturuyoruz.
Bu kadar laf ebeliğiyle gelmek istediğim yeri bir örnekle anlatayım. Mesela demokrasi. Ne olduğuna, ne ifade ettiğine dair bir soruya, nerede ve kime sorduğunuza bağlı olarak çok farklı cevaplar alırsınız. Tıpkı soyut bir tabloya bakıp ne gördüğünü sorduğunuz farklı insanların, o çerçevenin içinde sevişen bir çiftten yalnızlığa, bir coşku patlamasından telefon direğindeki kuşlara kadar farklı şeyler görmesi gibi...
ışte demokrasi deyince sıradan bir Rus'un, sokaktaki adamın algısı hâlâ 'kargaşa, huzursuzluk, düzensizlik' gibi sıfatlarla eşleşiyor. Çünkü en çok 'demokrasi propagandası' Yeltsin döneminde yapıldı. SSCB ile köprülerin atıldığı, yeni bir hayatın başladığı, insanların en çok özgürlüğe susadığı yıllarda, Yeltsin ve ekibi "Her ne yapıyorsak ülkeye demokrasiyi getirmek için yapıyoruz" derdi. Ancak halk fiiliyatta özelleştirme kisvesi altında hırsızlık; demokrasi sloganları arasında iç savaş; çokseslilik diye politik kaos; 'demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, devletin tamamen kenara çekildiği mutlak serbest pazar ekonomisi' denirken yoksulluk, pahalılık, enflasyon, işsizlik ve ekonomik krizler gördü. Halk, bu ilk 'demokrasi' deneyiminden şamar yiyerek ayrıldı.
Hikâye uzun ama, bugün Putin'in bu kadar popüler olması, sıradan Rus için en mühim şey olan 'düzen ve ekmek' ikilisini sunuyor olmasında gizli. Tabii 'demokrasi' namına Irak'ın işgali, Ukrayna'nın krizlerde debelenmesi de cabası... Kremlin ideologlarının deyişiyle 'yönetilen demokrasi', yani ipleri devletin tuttuğu bir rejim çoğunluk için yetiyor da artıyor bile. Batı'nın eleştirileri, çoğunluk için hariçten gazel.
Beni bu hülasaya getiren şey, bir arkadaşımın anlattığı anekdot oldu. 'Özgürlük' meselesi tartışılırken bir Rus tanıdığı demiş ki: "Özgürlük demek benim için paramı bastırdığım an istediğim işimi halledebilmek, hatta beni engellemek için konan kuralların bile üstünden atlayabilmek demek. Öyle ya da böyle para kazanıyorum, istediğim gibi harcıyorum, istediğim yerde tatil yapıyorum, bir mağazaya girdiğimde sadece tek çeşit ürünü alma mecburiyetim yok, yüzlercesinin arasından özgürce tercihimi yapıyorum. Moskova'da onlarca farklı mutfağın restoranı var, istediğim yerde yemek yiyorum. Bundan büyük özgürlük mü olur?"
Benzer tespitleri ben de çok işitir oldum. Daha 15 yıl önce yokluk içinde yaşayan bir halk, özgürlük kavramını istediği malı alma, yasaya-ahlaka aykırı olsa bile paranın gücüyle dilediğini yapma özgürlüğü belliyor şimdilik. Düşünme, konuşma, eleştirme özgürlüğü şimdilik 'marjinal' mevzular. Nemize lazım? Paranın satın aldığı 'özgürlükler'le idare ediliyor. Yani 'maddi ihtiyaçları ve arzuları ikame eden özgürlüğe' halkımız fit. Diğer konular 'mayınlı arazi' sayılıyor. şimdilik herkes elinde olmayana ulaşmak, dünyevi zevklerle doymak istiyor. Napolyon yolumuzu aydınlatıyor.
Реклама