Türkiye'ye gitmek isteyen Rus turiste Mısır'ı pazarlayan Türkler vatan haini mi?
Geçenlerde devletin Ankara ayağından bir turizmci, Rusya’da da turizm acentalarına reklam vs. dahil çeşitli destek-teşvik primleri verdiklerini, tanıtım kampanyalarını onlarla el ele götürmek istediklerini söylemişlerdi. Ben bu konuda kuşkularım olduğunu onlara da anlattım. Neden?
Bir kere turizm operatörü ya da acentası, ticari faaliyet gösteren bir şirkettir. Her şirket için aslolan gayet tabii ki karlılıktır. Bir turizm acentasının “Vatan, millet, Sakarya” duyguları ile çalışmasını beklemek zaten haksızlık olur. O yüzden, kimilerini çok şaşırtan, ama bence gayet normal olan bazı olaylara tanıklık ettik. Mesela mayıs ayı başında Türk sermayeli olan, başında Türk yöneticilerin bulunduğu bazı turizm şirketlerinin, Rus halkına Türkiye’yi değil Mısır’ı pazarlamak için büyük çaba gösterdiklerini gördük.
Neden? Bu insanlar vatan haini mi? Türkiye’yi sevmiyorlar mı? Türkiye’ye gitmek isteyen turisti Mısır’a yönlendirerek bizi sırtımızdan mı bıçaklıyorlar?
Elbette hayır. O insanlar, Türkiye’de sezon artık mayıs sonuna doğru itildiği için, mayıs başında denizi daha sıcak, talebi daha yüksek olan Mısır’ı kolay satıp para kazanıyorlar. Yani Rusya’da sadece Türkiye turları satmak için bulunmuyorlar. Öyle yapsalar aç kalırlar. Türkiye sezonu bitince Mısır’ı satıyorlar, sonra Tayland’ı satıyolar. Velhasılı bir yanıyla son derece gurur verici, uluslararası ticaretin doğasına uygun başarı öyküleri yazıyorlar. Düşünsenize, sektörle gerçek manada tanışması 20 yılı bile bulmayan turizmcilerimiz Türkiye’den kalkıp geliyor ve Ruslara tüm dünyayı pazarlıyor, para kazanıyor. Buna şapka çıkarılır.
Ama biz Türkiye açısından turizme onların baktığı pencereden bakamayız ki! Bakmamalıyız da. Yani Türkiye için turizm, “gelip kasamıza döviz bırakan yabancılar”dan ibaret olamaz. Turizmin “maddi” boyutu elbette hayati derecede önemli. Ama Cumhuriyet ile birlikte çizdiği kendi uygarlık yolunda düşe kalka ilerleyen, AB kapısında bekleyen, dünyada ya “anlaşılamamak”tan ya da “yanlış anlaşılmaktan” şikayet eden Türkiye’nin elinde turizm hayati bir koz. Tabii kendimize güveniyorsak ve kompleks yapmazsak. Ama biz bunu kullanamıyoruz. Bununla ne demek istiyorum?
şimdi düşünün: Türkiye’ye gelen, tatili “havaalanından otele – otelden havaalanına transfer”den ibaret olmayan, şehrileri, köyleri, sokakları gezen, Türk halkıyla iletişim kuran, ikram edilen çayı içen, konukseverliği gören, insanların samimiyetiyle, yardımseverliğiyle tanışan bir turist getirin gözünüzün önüne… Yolda arabasının lastiği patladığında yardım etmek için birbiriyle yarışan insanlarla tanışan, gece yarısı yolunu kaybettiğinde evini açıp Tanrı misafiri diye ağırlayan köylülerle ahbap olan, tesadüfen denk geldiği bir düğünde halaya katılıp oynayan, bir köşede muazzam bir tarihi abideyle, öbür köşede el sanatlarının en güzeliyle tanışan bir turist… “5 yıldızlı dünyadan” çıkıp Anadolu’yu dolaşırken benzer öyküler yaşayan, bunu internet günlüklerinde, forumlarında “şoke oldum, ben Türkleri hep başka bilirdim, ne güzel dostluklar edindim” diye yazılara döken o kadar çok turist var ki..
ışin bence trajikomik yanı şu: Biz bir yandan dünya çapında yüz milyonlarca dolar harcayıp Türkiye’nin reklamını yapmaya çalışıyoruz, öbür yandan ayağımıza kadar gelen milyonlarca turist “gerçek Türkiye”den zerre kadar haberdar olmaksızın ülkelerine dönüyor. Memlekette “Türkiye, Türkler nasıldı?” diye sual eden olursa da muhtemelen, “Valla havaalanından otele gittik, daha da dışarı çıkmadık. Türkiye’yi bilmem ama havaalanı ve otel güzeldi, Türkleri bilmem ama garson çocuklar çok kibardı” diyorlar…
Bir yandan dünya medyasının önünde “Bizi yanlış tanıyorsunuz, yanlış tanıtıyorsunuz” diye hırçınlaşıyoruz. Öbür yandan ayağımıza kadar gelen insanlar memleketi zerre kadar görmeden, tanımadan, anlamadan gidiyor ve bunu dert etmiyoruz.
ışte anlatmaya çalıştığım şey, turizmin Türkiye’ye “asıl” getirisi olmalı. Turizmcilerimize teşekkür edelim, takdir edelim. Onlar Türkiye’nin tanıtımına büyük katkı sağlıyorlar. Ama onlar son tahlilde haklı olarak kendi işine, kazancına bakarken, hiç değilse devletim turizm politikalarını şekillendirenler için turizmin turist sayısından, onların harcamalarından, beş yıldızlı otellerden, “herşey dahil” sisteminden daha fazla anlamı, önemi olması gerekir.
Türkiye’yi “deniz, güneş, kum” üçlemesini içine hapseden bir turizm anlayışıyla kısa vadede turizmciler, otelciler kazanabilir ama uzun vadede herkes kaybeder. Bir süre sonra yabancılar Türkiye’yi bu otellerde ibaret gibi algılar, sıkılır ve gider. Turistleri yavaş yavaş beş yıldızlı otellerin dışına da çıkarıp, başka bir Türkiye daha olduğunu gösterebilirsek herkes kazanmaya başlar.
Ama şeytanın “sor” dediği kritik sorular da o an karşımıza çıkar: “Acaba beş yıldızlı otellerin dışındaki Türkiye, tepeden tırnağa ‘dökülen’ bir Türkiye de, aslında yabancılara göstermekten utanıyoruz ve turistleri havaalanı-otel hattında götürüp getirmek işimize mi geliyor? AB kapısında ‘Biz sizdeniz’ diye bağırırken memleketin sokaklarında Asya-Ortadoğu hayatları yaşanıyor da onu mu saklamak derdindeyiz? Bizim ‘AB standardımız’ sadece beş yıldızlı otellerin içinde mi var? Yoksa tüm kompleksleri bir yana atıp, ‘Güzeliyle çirkiniyle neysek oyuz, utanıp sıkılacak halimiz yok, biz böyle bir mozağiyiz, turistler tüm Türkiye’yi gezsin’ deyip yolumuza devam mı edeceğiz?”
Turizm anlayışımız, önündeki ağaca takılıp ilerideki ormanı ıskalamamlı. Yoksa ağaçlar hepimizin üstüne devrilebilir. Turistlere göstermekten utandığımız bir memleket varsa da, o ayıp hepimizin. Yüzde 5-10'luk "Beyaz Türkler"in Türkiyesi gerçek Türkiye değilse kabahat kimde?
Реклама