Dünyanın malum gidişatı ve "Kimin tenceresi daha kara?" tartışmaları
Washington Post gibi “ağırlık sahibi” gazetelerden tutun da Orta Batı’nın 50 bin nüfuslu şehirlerinin gazetelerine kadar birçok yorumda ortak payda şuydu: Çoğu, Putin’in söylediklerinin, ABD’ye yönelttiği eleştirilerin haklılığı ya da haksızlığı üzerine düşünmeyi tamamen bir kenara koymuş ve mevzuya bodoslama dalmıştı: “Putin’in kimseye ders verecek hali yok, kendisi enerji kaynaklarını silah olarak kullanarak dünyaya şantaj yapıyor, insan hakları konusunda zaten sicili bozuk, Stalin’li yıllara dönüş özlemi içinde, SSCB’yi diriltmek istiyor vs vs...”.
Yazıların çoğunda, ABD’nin dünyada tek egemen güç haline gelme ısrarının yarattığı sakıncalar, bunu sık sık küstahlık sınırına taşıması, son dönemde AB yüzünden BM dahil uluslararası kuruluşların etkisini yitirmeye başlaması, Irak’ta başlayan ve ıran’a sıçraması muhtemel kabus senaryolarının eleştirisi vs yoktu...
Bush’un “Ya bizdensizin ya da düşman cepheden” diyerek kendi “doğru”larını evrensel “gerçek”ler olarak dayatması, dünyayı ikiye bölme çabası Amerikan basınına da sinmiş meğerse...
Ama durun bir dakika. Derdim Amerikan düşmanlığı değil. Sorun, Putin’in Münih konuşması sonrası Amerikan basınında uç vermiş olsa da, aslında son devirde tüm dünyayı sarmallayan “vahim gidişat”...
Sağlıksız bir milliyetçilik türü uç veriyor. Ne olursa olsun, “kendimize ait olanların haklılığı ve doğruluğu” üzerine iman etmeye ve ettirilmeye başlıyoruz. Eğer Putin ABD’yi eleştiriyorsa, ne dediğine, neden dediğine kafa yormadan ve objetkif nedenleri de olabileceğini düşünmeden hemen “Eski KGB ajanı, diktatör Putin” tanımlamaları yer buluyor Amerikan basınında... Eğer Rusya ile Gürcistan arasında bir sorun varsa, bu sorunun ne olduğunu bile öğrenip anlamadan “Rusya haklı” çığlıkları atılıyor medyanın önemli bir kesiminde.. Estonya ve Rusya bir heykel yüzünden iyice gerilirken, Tallinn’deki Parlamento, aykırı seslere kulak vermeksizin aşırı milliyetçiliğin ipine sarılıyor ve bildiğini okuyor... Türkiye’de de böyle, Rusya’da da, Avrupa’da da.. “Reel politik” ötesi bir durum var ortada.
Her seferinde sadece ve sadece kimin tenceresinin daha kara, daha pis olduğunu ispatlama derdine düşüyoruz. Bunun iki sebebi olabilir: 1- Aslında hepimiz kendi tenceremizin dibinin yeterince kara olduğunun farkında ve utancındayız; yani sütten çıkmış ak kaşık olmadığımızı biliyoruz, ama bu kuru gürültürlerle gerçeği gölgeliyoruz... 2- Kendi tenceremizin halinin gerçekten farkında değiliz ve “En temiz kan da, en temiz tencere de bizde” sanıyoruz ve diğerlerini “o muameleyi kesinlike hak ettiklerine inanarak” hedef alıyoruz..
Ben eskiden ilk ihtimalin “tek ihtimal” olduğunu sanır kaygılanırdım. Son zamanlarda dünyanın gidişatına baktıkça ikinci ihtimalin de var olduğunu, hatta “cehaletle ve hamasetle beslenen, faşizme meyyal bir milliyetçilik türü” olduğunu görüyorum ve iyiden iyiye dehşete düşüyorum!
Реклама