Orhan Pamuk, romanları, Nobel'i ve de Rusya'ya dair naçizane bir uyarı...
Önce Pamuk’un yazarlığı ile ilgili şahsi görüşümü paylaşayım sizlerle: Ben, aynı yazarın hem bu kadar mükemmel, hem bu kadar vasat romanlara aynı anda imza atabilmiş olmasına hala inanmakta zorluk çekerim. Örneğin “Beyaz Kale”, “Benim Adım Kırmızı” Nobel’e giden yolun kilometre taşlarıdır bence. Edebiyatçılar ne der bilmem ama, sıradan bir okur olarak Orhan Pamuk’un en az mevzu edilen, en naif romanı “Sessiz Ev”i hepsinden ayırıp bir başka köşeye koyarım. Orada, bir evin duvarlarında yankılanan “kuşak çatışması”nın hüzünlü yansımalarını başka bir romanda o kadar etkili şekilde hissedip okumadım çünkü... Ama aynı Orhan Pamuk’un kaleminden çıkan romanlar içinde “Yeni Hayat” ve “Kar” bence onun ustalığının izlerini yeterince taşımaz.
Ben size Orhan Pamuk’un neden dünyada çok satan bir yazar olmasına rağmen Türkiye’de kitlelere mal olamadığını çok açık ve net söyleyeyim:
Bence Pamuk için "kırılma noktası", 1995 yılında yayınlanan romanı “Yeni Hayat”tır. Daha önceki dört romanı (Cevdet Bey ve Oğulları, 1982; Sessiz Ev, 1983, Beyaz Kale, 1985; Kara Kitap, 1990) hep Can Yayınları tarafından basılmıştı. Özellikle Kara Kitap’ın dünya edebiyat çevrelerinde yankı yaratması sayesinde Orhan Pamuk, her yayınevinin kitabını basmak istediği “çok popüler bir marka” haline geldi. O sırada ıletişim Yayınları, büyük transfer parası ödeyek Orhan Pamuk’un amiyane tabirle “transfer etti”. Para o kadar büyük ki, ıletişim Yayınları haklı olarak “yatırımının” karşılığını görmek için Pamuk’un yeni romanı “Yeni Hayat” için, ancak süpermarket raflarında satılabilecek iddialı bir “tüketim maddesi” uğruna yapılabilecek agresif bir reklam-PR kampanyası başlattı. Türk medyası bu amaçla çok iyi kullanıldı. Kitabın ilk cümlesi olan “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti”, bu müthiş kampanyanın belkemiği ve “mal”ın sloganı oldu.
Kitabı, büyük gürültü koparılarak piyasaya sürüldüğü gün, “Bir kitap çıkmış, okuyunca dertlerin tasaların bitiyormuş, hayatın baştan aşağı değişiyormuş. Orhan Pamuk yazmış, muhakkak alıp bir okuyalım!” diye alan o kadar çok insan vardı ki! ışin en trajik yanı, bu insanların önemli bir bölümü hayatlarında, ilkokulda öğretmen zoruyla okudukları “Cin Ali” serisinden sonra belki de ilk kez para verip kitap alan bir kitleydi. Kitap kültürü ve okuma alışkanlığı olmayan o insanların çoğu, birkaç sayfasını karıştırıp, sıkılıp, hayalkırıklığına uğramış olarak -hayatları değişmediği için düşkırıklığına uğrayarak!- bir kenara attılar.
Hafızam beni yanıltmıyorsa “Yeni Hayat” 200 bin sattı. Bu müthiş bir rekordu. Ancak bu satış Orhan Pamuk’a Türkiye’de umulan popülerliği, yukarıda anlattığım nedenle kazandırmadı. Sadece yayıncısına, Pamuk’a ödediği astronomik transfer parasını kat be kat geri döndürdü. Ve o kitabı alıp okumayan kitle, bir daha Orhan Pamuk okumadı. Ama zaten o kitle normalde kitap okumayan kitleydi...
Orhan Pamuk’u tek bir romanla yargılamayacak olan hayranları ise, -ben dahil- her kitabını sabırsızlıkla beklemeye ve okumaya devam etti. Bu işlerin kompetanı değilim elbette, ama bana öyle geliyor ki, eğer “Yeni Hayat” için koparılan o kadar gürültü mesela “Sessiz Ev” ya da “Beyaz Kale” için koparılsa ve o kitaplar 200 bin adet satsaydı, bugün Türkiye’de Orhan Pamuk'u beğenen okur sayısı çok daha fazla olurdu.
Neyse geç kalınmış sayılmaz. Pamuk’u hayatında hiç okumayan ve Nobel’in yüzü suyu hürmetine okumak isteyen varsa benim tavsiyem bu iki kitapla başlamaları: “Sessiz Ev” ve “Beyaz Kale”. Tabii sonra da “Benim Adım Kırmızı” ve “Kara Kitap”.
Lafı uzatmayayım. Orhan Pamuk’un başarısını küçümsemek ona ve Türk edebiyatına haksızlık olur. “Siyasi kimliğiyle öne çıkmasaydı Nobel alamazdı”, “Nobel, genellikle siyasi kaygılarla verildi, veriliyor” tartışmaları ayrı. Herkesin fikir kendine. Ben sadece, Nobel verilmeseydi de, Orhan Pamuk önemli bir yazardı demek istiyorum. Nasıl her ressamın her tablosu şaheser değilse, Pamuk’un da “iyi” ve “kötü” romanları var bence.
Ama son tahlilde, kimi romanlarında çokca Türkçe hatalarına rastlansa da (Bu biraz da yayıncılarının, kitap editörünün ayıbı), yazdıkları kendi ülkesinden çok Batı-Doğu arasında bocalayan Türkiye’yi merak eden Batı’da daha fazla ilgi toplasa da... Sadece yazdıklarına bakarak hüküm vermek gerektiğinde evet, Orhan Pamuk bence iyi ve önemli bir yazardır. Bundan sonra, genç sayılabilecek bir yaşta Nobel’e ulaşmış bir yazar olarak kendisini aşacak çok daha güzel romanlar yazmasını dilerim. Verilen Nobel ödülü de Türk edebiyatı ve Türkiye için önemli bir kazançtır.
En başta sözünü ettiğim "uyarı"ya gelince:
Orhan Pamuk’u Rusça’ya kazandıran, her geçen gün yokluğunu daha çok hissettiğim, daha çok özlediğim sevgili dostumuz Vera Feonova idi. Vera’yı kaybedeli iki yılı geçti, toprağı bol olsun. Vera, Türkçe’nin Rusya’daki bayrağıydı. ılk çevirisi olan “Kara Kitap”, Rusya’da “yılın çevirisi” seçilmişti. Rusçası mükemmel olan bir Türk arkadaşım, “Kara Kitap’ı Türkçesinden değil sizin çevirinizle Rusçası’ndan okurken büyük keyif aldım” demişti. Daha sonra “Benim Adım Kırmızı” ve "Beyaz Kale" de yine Vera’nın elinden Rusça’da ses buldu.
ışte Vera gitti, Türkçe Rusya’da öksüz kaldı. En son bazı Rus arkadaşlarım, “Kar”ın çevirisi ile ilgili pek de hoş olmayan yorumlarını ilettiler. St. Petersburg’ta son derece deneyimsiz Türkoloji mezunu bir genç kız, “hayatının ilk çevirisi” olarak Kar’ı almış eline! Sonra da okuldaki hocaları elden geçirmiş. Ama Türkçesi çok iyi olan bir Rus arkadaşım, “Ruhu olmayan, kelime kelime çeviri olduğu anlaşılan bir metin çıkmış ortaya. Orhan Pamuk’a yazık olmuş” dedi. Ben maalesef kitabı Rusçasından okuyup değerlendirecek durumda değilim. Ama bu eleştiriler umarım yayıncısının kulağına gider. Çünkü Nobel’i aldıktan sonra Pamuk’un muhtemelen tüm eserleri Rusça’ya çevrilecek ve ehliyetsiz ellerde heba olmasına gönlümüze razı olmaz...
Son bir not: “Kar”ın Rusya’daki kapağını da (yukarıda) acaba Orhan Pamuk basılmadan evvel görüp onay verdi mi?
Реклама