“Öyle görünmese de, hürüz…”
O, 45 yıldır Türk basınında, eğilip bükülmeden dimdik ayakta duran bir çınar… Çömez muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine, köşe yazarlığına kadar, bu meşakkatli mesleğin her aşamasında dirsek çürütmüş bir “ağır işçi”… Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra, kendi deyimiyle “istesem, yarın başka bir gazetede yazmaya başlayabilirdi”. Ama dinlenmek istediği bir dönemde TürkRus.Com’da yazmaya karar verdi. Hem onun “her biri derin bir kitap tadında” olan Pazar yazılarını özleyecek okurlarının yüreğine su serpti, hem de bir duayen gazeteci olarak 7 yıllık “çiçeği burnunda” sitemizi onurlandırdı.
Metin Münir ile, 1 Aralık Cumartesi günü TürkRus.Com için kaleme aldığı ilk yazısını yayınlamadan önce bir söyleşi yaptık. Güncelin artık “sabun köpüğü”ne dönen konularından çok “ hayatın içinden, hayata dair” konulara dalarak…
Keyifle okuayacağınızı umuyor, cumartesi günü üstadın yazısıyla buluşmak üzere diyoruz:
Milliyet defteri kapandıktan sonra günleriniz nasıl geçiyor? Bir "hayat muhasebesi" daha yaptınız mı? "Evet" ise sonuç ne çıktı? Yoksa bu dönemde "Metin Münire" yanınızı mı geliştirdiniz?
Açık konuşmak gerekirse, Milliyet'ten atıldıktan sonra ilk birkaç gün hiç iyi değildim. İnsanın, değer vermediği kişiler tarafında olsa bile, istenmemesi, ve ahım şahım olmasa bile, altı yıl çalıştığı yerden bir yerden kovulması hoş bir şey değil. Bu kovulmanın ülkenin gittikçe daha boğucu hale gelen havası ile bağlantılı olması depresyonumu daha da artırdı.
Ama bu duygu uzun sürmedi. Şimdi çok rahatım. Sonunda ne oldu? Özgürlüğüme kavuştum. Hayatımı idame ettirmek ve çocuklarımın eğitim parasını ödemek için Milliyet'ten aldığım maaşa ihtiyacım yok. Bu nedenle rahatım. Olmam için ille de köşe yazarı olmam gerek değil.
Araştırmadan ve uzun uzun düşünmeden yazamadığım için köşe yazıları çok zamanımı alıyordu. Haftada dört gün yazıyordum ama bu benim için günde 24 saat haftada yedi günlük bir işti. Üzerimden büyük bir ağırlık kalktı. Şimdi zaman sadece bana ait, her ne kadar bu zamanla ne yapacağıma tam karar vermemişsem de.
İstesem, yarın başka bir gazetede yazmaya başlayabilirim. Ama bir süre dinlenmek istiyorum. Kırk beş senedir aralıksız çalışıyorum. Bir arayı hak ettiğime ikna etmeye çalışıyorum kendi kendimi.
Hayat muhasebesi yaptım mı? Hayır bu konunun hayatımla ilgisi yok, mesleğimle ilgisi var. O konuda da uzun uzun düşünmeye gerek yok. Türkiye hiçbir zaman doğru dürüst gazetecilik yapılacak kadar özgür değildi - bugün hiç değil. Yarın, AKP için işler sarpa sardıkça, ki sarmaya başladı bile, daha da kötü olacak. Bu kadar basit.
Metin Münire yanım daha da gelişti mi? Birazcık. Şimdi yemek yapmaya ayıracak daha çok vaktim var. Dün enginarlı mercimek çorbası yaptım, mesela. Yaparken, ilk defa, bu işi biraz öğrendiğimi fark ettim.
Kieslowski yıllar önce film çekmeyi bıraktığını açıkladığında, bir Fransız gazeteci "Neden?" diyor sorduğunda, "Çünkü hayatın kendisi sinemadan daha büyük" demişti. Size zaman zaman "Hafif olması gereken yüreğim ağır" dedirten anlarda hiç yazmayı bırakmayı düşündünüz mü?
Yazmayı bırakmayı düşünmüyorum. Yaz tatilinde bir kitap yazmaya başlamıştım. Köşe yazılarına yeniden başlayınca bırakmak zorunda kaldım. Atıldığımın ertesi günü kitaba geri döndüm. Devam edeceğim ve günlük yaşamımı bunun etrafında kuracağım, diye düşündüm ama galiba kitaba da ara vereceğim. Bir süre başımın içini boşaltmaya ihtiyacım var. İlle bir şey yapmak şart mı? Hiçbir şey yapmamak da bir şey yapmaktır.
"Bilgi arttıkça acı da artar" demiştiniz bir keresinde... Ne yapacağız o halde? Buna "eşyanın tabiatı" diye katlanacak mıyız? Yoksa Tarkovski'nin "Derine indikçe görüntü bulanıklaşır" dediği gibi, ilgi alanlarımızda "derin", bizi kuşatan diğer bilgi bombardımanında "sığ" mı olmak işin doğrusu?
Hayat, öyle görünmese de, rehbersiz yapılan bir yolculuktur. Ve gene öyle görünmese de, hürüz. Yapılabilecek bir çok seçim, yaşanabilecek bir çok hayat var. Seçim yapmıyor olmak, seçenek olmadığı anlamına gelmez. Boyun eğmek de mümkündür, dik başlı olmak da. Hayatı sessizce katlanılan bir ıstırap halinde yaşamak zorunda değiliz.
Bilgi arttıkça acı artar da, bilgisizlik arttıkça azalır mı? Azalmadığını tahmin ediyorum. Bilgi olsun olmasın acı hayatın bir parçasıdır. İnsanı mutluluk değil acı olgunlaştırır. Bence Tarkovski haklı değildi. Derine indikçe görüntü berraklaşır. İnsan bir hiç olduğunu anlar. En tehlikeli insanlar hiç olduklarını bilmeyenlerdir. Derine inmenin amacı bu berraklığı elde etmektir. Ama belki Tarkovski'nin indiği veya bahsettiği derin benimkinden farklı idi. Belki herkesin derini diğerinden farklı.
Yine sizden bir alıntı: "Hayat kitabı olmayan bir dersin sınav soruları gibidir. Ne kadar kafa yorarsan yor, cevapları bulamazsın. Zil çaldığında, boş bir kâğıt verip çıkacaksın". O zaman ne yapacağız? "Kafa yormadan" doğal akışa mı bırakacağız kendimiz?
Şunu kastetmiştim: İnsanın kendine sorduğu bazı temel soruların cevabı yoktur ve hiçbir zaman olmayacak. Kainat neden var? Ben niye varım? Hiç olmayabilirdim ama varım. Neden? Hayatın amacı ne? Bunlar cevapsız sorulardır.
İnsan, belki, kainatın sırrını çözecek ve nasıl meydana geldiğini öğrenecek. Ama Steven Hawking'in söylediği gibi, neden meydana geldiğini hiçbir zaman öğrenemeyecek. Çünkü hiçbir zaman Tanrı'nın aklına ulaşıp içinden geçenleri okuyamayacak.
Ama, bunlar, insanın kafa yormaması, kendini akıntıya bırakması gerektiği anlamına gelmez. Bazı soruların cevabını bilmemek hayatı anlamsız yapmaz. Dünya insan istediğini yapabilsin diye orada duruyor.
"İnsan aklının kazığından başka hiçbir yere bağlı değildir" demiştiniz. Son tahlilde, akılla yüreğin bitmeyen kavgasında akıldan yana mı taraf tutuyorsunuz?
Akılla yürek kavga değil koalisyon halindedir. İkisi birdir, aslında.
"İyi bir yazı birbirine ters iki unsurdan meydana gelir. Yazılanlardan ve silinenlerden" diye yazdınız. Siz nasıl yazı yazarsınız? Ne kadar zamanınız alır? Yazı yazarken vazgeçmediğiniz ritüelleriniz var mı? Yazdıklarınız mı daha çok olur, sildikleriniz mi?
Çok zor, çok uzun düşünerek, çok vakit harcayarak yazı yazarım. Her yazı tırmanılacak yeni bir dağdır. 'Pazar Yazıları'nın bazıları haftalarca düşünmenin ve yazıp silmenin ürünüdür.
Aynı anda dört beş veya altı yedi yazı yazarım. Önce bir fikir veya tespit veya anı veya konuşma gelir aklıma ve onu yazarım. Sonra ona ekler yaparım, geliştiririm.
Eğer bir okur beni okumak için beş veya on dakikasını harcıyorsa, harcadığım zamana değmiş desin, istiyorum. Daha önce duymadığı bir şey duysun, bilmediği bir şey öğrensin, aklına gelmemiş açıların da var olduğunu fark etsin. Onu düşündürecek bir şeyler olsun. Karanlık olduğunu sandığı bir yerde ışık olduğunu anlasın. Gülümsesin.
Yazarla okur arasında bir alışveriş var - bu alışverişten her zaman okur karlı çıksın istiyorum. Kazıklanmasın.
Bunun olması için bilgi ve berrak düşünce şarttır. Ve kısa her zaman uzundan iyidir, eğer köşe yazısı yazıyorsanız. İyi bir yazıda fazladan bir tek kelime bulunmamalı - bu nedenle her zaman sildiklerim yazdıklarımdan fazladır.
Hemen hemen her gün öğleden sonra uyurum. Yazımı bitirememişsem, uyuyamam. Bu nedenle yazı muhakkak uyku saatinden önce hazır olmalıdır.
TürkRus.Com'da yazmaya başlayacak olmanız bizim için büyük bir onur, mutluluk. Okurlarımız, dostlarımız "Nasıl başlardınız?" diye sorduklarında nasıl yanıt verelim?
Şu şekilde: Ona "Yazar mısın?" diye sorduk. "Evet, yazarım," diye cevap verdi. "İşe başladık."
Yazmayı kabul etmeden önce sitemizi inceleme fırsatınız oldu mu? "Eski" bir genel yayın yönetmeni, "eskimeyen" bir gazeteci yazar olarak bizi nasıl buldunuz?
Rusya ile ilgili bir konuda araştırma yaparken rastladım siteye. Yabancı bir ülkede, bu kadar çok ilan alan, bu kadar kapsamlı Türkçe bir sitenin var olmasını çok ilginç buldum. Hoşuma gitti. Umarım çok büyür ve çok daha iyi olur ve bunda, minik bile olsa, benim de katkım bulunur.
28.11.2012
Реклама