Karma evliklerin izinde iki dilli, iki kültürlü çocuklarımız: "Türk uyruklu Babam!"
Moskova'da yayımlanan dergimiz Kompas-Pusula, İki dilli, kültürlü çocuklarımızın “hayat hikayelerini” marcek altına almaya devam ediyor. Bu sayımızda da, İzmir’de yaşayan yazarımız Yana Temiz ve büyük kızı Asya’yı konuk ediyoruz. Onların deneyimlerinden hepimizin alacağı dersler olduğuna inanarak...
"Karma evliliklerden bahsederken kültür farklılıkları ve iyimser tahminlerden, yeter ki sevgi olsun, herşey iyi olur dedikten sonra aklımız esas mesele hakkındaki düşüncelere dalar.
Çocuklar: Nasıl olacaklar? Hangi dilde konuşacaklar? Hangisinde düşünecekler? Hangi ülkeyi anavatanları olarak kabul edecekler? Eğitimleri kolay mı olacak? Ya yaşamları? Gelecek günler onlara neler hazırlıyor? Nasıl da başkalarında nasıl olmuş diye görmek isteriz. Bu bir Türk kadını ile bir Rus köy ağasının oğlu olan ünlü şair Jukovskiy gibi öyle tarihi ve ya Amerika gibi uzakta bir örnek olmasın, öyle olsun ki karşılıklı konuşabilelim. Rus-Türk evliliklerden olma çok çocuk var, acaba aralarında artık “yetişkin” olanlar ne durumda?
Bu konuda yazarımız Yana Temiz ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okuyan kızı Asya'dan, deneyimlerini bizimle paylaşmalarını rica ettik.
«Öğrenci, eğitimde mükemmel, sporcu, güzeller güzeli!» – bu sıfatlar ünlü filmdeki kadın başrol oyuncusuna yakıştığı gibi Asya Temiz'e de aynen yakışıyor. Ekimde yirmi yaşına basacak; bunun ilk beş yılını arada bir Türkiye'ye gidip gelerek Moskova'da yaşadı, geri kalanı ise ,bazen Petersburg’ta tatillini geçirmesi dışında, hep İzmir'de geçti. Bir Türk okulunda okudu, okulun en iyi öğrecisiydi, çok kolay bir şekilde, 500 puanın 492'ni alarak ilk seferde istediği üniversiteye girdi. Serbest bir şekilde Türkçe, Rusça ve İngilizce konuşabiliyor, Japoncası hiç fena değil, Fransızca öğreniyor, klasik eserleri okumaya bayılıyor ve çok güzel buz pateni yapıyor.
- Yana, nasıl oldu da bu "mucizeyi" yetiştirdiniz?
- Çabalarımı büyütmeye gerek yok: Çocukların yetişmesinde herşey ebeveynlerin çabalarına bağlı değil. Elde ettikleri başarılardan kendime kesinlikle pay çıkarmak istemem. Çocuklardan yana talih bana gülümsedi, o kadar!
- Ama, yine de büyük çaba gösterdiniz, değil mi? Deneyimlerinizi bizimle paylaşmak istemez misiniz?
- İki dilli çocuk yetiştirmeye hazırlanırken, tabii ki çok düşündüm. İki dilde çok güzel bir şekilde konuşacak, kalın kitaplar okuyacak diye hayaller kurardım ve... işte o anda hayali şatolar kurmayı bırakıp başladım plan yapmaya. İki dilli çocuklara nasıl iki eğitimin de olanağını sağlayabilirim, iki kültürün eksilerini bir yana atarak artılarını nasıl bir araya getirebilirim diye. İlk iş olarak Türkiye'ye yerleşmeye karar verdim. Eşimin Moskova'da ve Peterburg'ta geleceği olan ve iyi gelir getiren bir işi, Podmoskovye'de Bolşevo'da çoktan inşa ettiğimiz güzel bir evimiz ve ilgimi çeken bir işim olmasına rağmen. Rusya’da olmasın da nerede olursa olsun yaşarım gibi isteklerim de hiçbir zaman olmadı; ben göç etmek için evlenenlerden değildim. Fakat çocukların dil ve eğitim sorunu, işte kararımı etkileyen asıl faktör bu oldu.
Çocuğu Moskova'da okula verirsem sonuçta ne alacağımı iyi kestirebiliyordum: iyi İngilizcesi ve muhtemelen Fransızcası olan sıradan bir Moskovalı öğrenci; öğrencimiz Türkiye'ye, oradaki akrabalarına misafirliğe gitmeyi sevecek, birkaç Türkçe cümle öğrenecek, tıpkı bir turist gibi. Babası ile, büyük ihtimalle İngilizce konuşacak, babasının kendi dilini çocuğa öğretmek için ne zamanı ne de imkanı olacak: hem işi var hem de eğitimi dilbilim üzerine değil… Ben kendim ise kesinlikle kendi çocuklarımla yabancı bir dilde konuşmak istemedim, babalarının elinden bu imkanı almak da doğru değildi!
- Çocukların Türkiye'de Rusçayı unutacaklarından korkmadınız mı?
- Hayır, gariptir ama, korkmadım… zamanım olmadı! Türkiye'ye taşınmamız bize etrafımızı saracak bir dil ortamı getirdi. İkincisini, Rusçanın dil ortamını, sağlamak ise bana düştü. Daha doğrusu o ortamın kendisi olmak. O ortam şeklinde işlemek. Dürüstçe söyleyeyim: Hiç de kolay olmadı. Her şeyden önce, gidilmesi gereken her türlü işi reddettim ve her zaman evdeydim. Kitap yazıyordum, ders veriyordum, tiyatro çalışmalarına katılıyordum, çocuklar ve ev işlerinden farklı şeylerle uğraşıyordum, ancak... çocuklarla sürekli diyalog halindeydim. Onlarla konuşurdum, hem de sadece günlük konularda kalmadan ve dili basite indirgemeden. Kelime hazinelerini zenginleştirirdim böylece. Onlara sadece Rusça okurdum, sadece Rus çizgi filmleri (Rusça demek istiyorum) ve filmleri getirirdim; evde çocuklarla kendi aramızda hiç Türkçe konuşmazdık. Moskova'dan annem ve büyük kızım gelirlerdi, Rus dostlarımız misafir olurlardı, yazın Rusya'ya seyahat ederdik. O zamanlar Internet böyle yaygın da değildi, bizim için en önemli olan konuşmalarımız ve kitaplar idi.
- Onlara hangi kitapları okurdunuz?
- Taa başından beri, çocuklarımız 'bizim özümüzden', 'eski ve güzel', 'Rus ve Sovyet' eğitimi almalı hayalinden vazgeçmiştim. Evet, Rusça. Oysa ne fark eder ki: ha Shakespeare'den iyi bir sone çevirisi okumuşlar, ha Puşkin’i? Okulda (bu özel, paralı ,iyi bir okul!) Shakespeare'i işliyorlar ve ya Dumas ve Mark Twain'i okuyorlarsa ben de bundan faydalabilirim... evet, Puşkin'in hikayelerini onlara okurdum, elbette ki! Andersen'i de, Perrault'yu da Grimm Kardeşleri de. Gaydar ve 'Neznayka'yı (Bilgisiz) ise hayır. Ben, Rusçaya iyi çevirisi ile, Enid Blyton'u ve 'Savaşçı Kedileri'ni tercih ettim. İlla ki çocukluğumuzda aynı kitapları okumuş olalım diye bir endişem yoktu: okusunlar ve okumayı sevsinler de! Kendi 'çocukluğumdan', 'Tütün kutusundaki şehir', 'Gümüş toynak' (kendi versiyonum ile!) ve 'Kara tavuk', 'Sovyet' döneminden ise, galiba sadece 'Eğri Aynalar Krallığı', bir de 'Zümrüt Kentin Büyücüsü' vardı. Nasıl desem, tek dil ve tek kültür çerçevesinde bile ebeveynlerin ve çocukların ilgi duyacakları kitapların farklı olabileceğini pekala anlayabiliyordum. Şimdilerde Asya Tolstoy ve Dostoyevski'yi okuyorsa bu benim katkım değil, kendi profesyonel ilgi alanı, buna doğru bir yönelişi var, aynı filolojik tutkuyla Türk yazarları da okuyor, George Orwell'i de, Oscar Wilde'ı da...
Bu ne mutluluk, Rus çocuklarının ebedi korkuluğu 'okul programı' onlar için sadece kitaplar demek! Asya, ölü canların neden Çiçikov'a lazım olduğunu bilmezdi (oy, nasıl da ilginç! Söyleme, anne!), trenin Anna'nın kaderinde oynadığı rolü bilmezdi, Prens Andrey'in ölümünü beklemiyordu, 'Müfettiş'te gözlerinden yaş gelecek kadar gülmüştü, 'Maça Kızı'nda ahı vah ederdi ve böylece bir kaşifin alabileceği zevkleri tadardı. Çocuklarımın beşeri bilimlerden vazgeçebileceklerine, edebiyatı sevmeyebileceklerine hazırdım. Ne olmuş ki? Yabancı dil bilmek herkese faydalıdır, ben de ısrarla onları saran bir dil ortamı olarak işlemeye devam ettim...ya da ,kendi zamanımda İngiliz okulunda şaka yaptıkları gibi, “surrounding Wednesday” olarak. Çocukların Rus şakalarını anlamalarını, Rus şiirini ve özlü sözlerini bilmelerini istedim... doğrudur, kendi Rus yaşıtlarına göre bildikleri daha azdır, ancak aradaki fark pek belli değil ve kolaylıkla ortadan kaldırılabilir, bunun karşılığında ise serbest bir şekilde Türkçe ve İngilizce konuşabiliyorlar.
"Nasıl? - Türk hanım arkadaşlarım sorarlardı bana. - Çocuklarla Rusça mı konuşuyorsun? Okulda nasıl da sıkıntı çekecekler!"
"Evet, - diye kabullenirdim, - zorlanacaklar, ancak şimdi, iki kere ikiyi ve dünyanın yuvarlak olduğunu öğrendikleri sırada. O esnada onları sadece dil zorlayacak, geri kalan konularda ise gerekeni yaptım bile. Sonrası ise onlar için kolay olacak, sizinkiler için hiç olmadığı kadar: ne de olsa neredeyse üç dil biliyor olacaklar".
Bir dilbilimci olarak Rusçanın, Türkçenin ve İngilizcenin farklı dil gruplarına ait olmalarından memnun olmamam mümkün değildi, çünkü sonradan bu gruplara giren diğer dilleri çok daha kolay bir şekilde öğrenebilecekler. Hiç unutmam, MGU Dilbilim Fakültesi birinci sınıftayken, profesör dilbilimine giriş dersini verirken, dersin başında şöyle demişti: "İyi bir Rus dilbilimcisi en az altı dil bilmelidir... Fransızca, İspanyolca ve İtalyancayı bir dil olarak kabul ediyorum, – homurdanan bizlere cevaben devam etmişti – Latinceyi öğrenirsiniz. İşte size bütün Roman dilleri, ne olmuş yani! Altı dil, tekrar ediyorum, ama hepsi, ayrı gruplardan olmalı!" Ben kendim bu ideale ulaşamadım, kızlarım ise bunu yapabilir, tabii isterlerse. İnsanların içinde kendi aralarında Türkçe, evde Rusça konuşuyorlar: dilden dile geçiyorlar. Arkadaşları ile kolayca English'e, gizli şeyler konuşmak istiyorlarsa Japoncaya geçebiliyorlar. Onlara Rus dili imlasını öğretmedim: Ne de olsa anneleriyim, öğretmenleri değil, ancak bana bıraktıkları notlardaki yazım hatalarını düzeltiyorum, sanıyorum ki okuma ve görsel hafıza, ayrıca gereklilik hali bu sorunları aşmalarına yeterli olacaktır. Ne de olsa hayatlarının nasıl gelişeceğini ve nerede yaşamak isteyeceklerini kimse bilemez. Bana kalırsa hiç olmazsa, mademki iki anavatanları oldu, bunların arasında seçim yapma şanslarını ellerinden almamak gerekir. Rus anneanne ya da Türk kuzenleri ile diyalogdan mahrum bırakmamak gerekir. En önemlisi de doğuşlarının onlara kendiliğinden verdiği avantajdan onları yoksun bırakmamak gerekir: Yani aynı anda iki dili öğrenmek, ikisini de sevmek ve hissetmek; başka bir deyişle herkesin elde etmek için yıllarca eğitim alıp dünyaca para harcadığı şeyi kolaylıkla alma şansından…
***
- Asya, söyler misin, iki-dilli olmak zor mu?
- Şu anda belli bir zorluk hissetmiyorum, hatta tam aksine kendimi çok şanslı buluyorum. Çünkü iki dil bilme ve iki kültürü öz kültürüm gibi algılama olanağına sahibim. İşin gerçeği, çocukluğumda bazı güçlüklerle karşılaşmıştım. Türkiye’ye geldiğimde (o sırada beş buçuk yaşındaydım) neredeyse hiç Türkçe bilmiyordum ve birinci sınıfa başladığımda sık sık sınıf arkadaşlarımın şakalarını anlamıyor, oyun ve esprilerini kavrayamıyordum. Ancak kısa bir süre sonra, evde konuştuğumuz Rusçayı da muhafaza ederek, tüm bunlara uyum sağlayabildim.
- Peki, hangi dilde düşünüyorsun?
- Bu; içinde bulunduğum ortam ve ruh halime göre değişse de, en çok Türkçe ve Japonca düşünüyorum. Ancak, birkaç saat boyunca tek bir dile maruz kalınca, sonrasında uzun bir süre o dilde düşünmeye devam ettiğimi fark ettim. İngilizce kompozisyon yazdığım bir sınavdan çıkınca günün geri kalan kısmı İngilizce ve ya Rusya’ ya gelişimden birkaç gün sonra Türkçe yerine tamamen Rusça düşündüğüm oluyor.
- Üniversitede ne okuyorsun, uzmanlığın nedir?
- İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyorum ama aynı zamanda Türk Edebiyatı ile de ilgileniyorum ve o bölümdeki bazı derslere giriyorum. Aslında ilgimi karşılaştırmalı edebiyat çekiyor ve bu alanda zevkle okuduğum Rus Edebiyatının da bana faydalı olacağını düşünüyorum.
- Peki, Türkçe neleri okumayı seviyorsun?
- Türkçe olarak on dokuzuncu yüzyıldaki Tanzimat Edebiyatı ile Servet-i Fünun Edebiyatını zevkle okuyorum. Tabii bunun için günümüz Türkçesinden oldukça farklı olan Osmanlıcayı incelemek durumunda kalıyorum. Aynı şekilde yirminci yüzyıldan da, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay başta olmak üzere, pek çok yazarı seviyorum. En sevdiğim şair ise Tevfik Fikret.
- Kendini kim gibi hissediyorsun: Türk mü Rus mu?
- Bu soruyu bana hem Rusya’da hem de Türkiye’de sık sık soruyorlardı ve hala da soruyorlar. Cevabım ise hep aynıydı: kendimi aynı anda ikisi gibi de hissediyorum. Rus kültürünün unsurları içimde Türk kültürününkileri ile birleşiyorlar: Birisi içimde ne kadar mevcutsa diğeri de bir o kadar mevcut. Ve kendimi hem İzmir hem de Moskova sokaklarında eşit derecede yerli hissediyorum."
7.12.2014

Реклама