Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANALİZ

Bir analiz: "Rusya ve Türkiye çatışırsa kazanan Batı emperyalizmi olur..."

Odatv.Com'dan Barış Doster,  Türkiye-Rusya ilişkilerini son Ukrayna krizi ekseninde masaya yatırdı. Doster, "Tarihte Rus – Türk gerginliğinden kazanan taraf, Rusya veya Türkiye değil, her zaman batı emperyalizmi olmuştur. İki ülke işbirliği yaptığında ise ikisi de kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk dönemi, bu dış politikaya örnektir. İşbirliği yapılan dönemlerde, geniş bir coğrafya istikrara kavuşmuştur. Rusya’yla ilişkilere, Soğuk Savaş dönemi kavramları ve algılarıyla değil, karşılıklı çıkar, ortak yarar, içişlerine saygı temelinde bakılmalıdır" diyor.

**
Rusya ve Türkiye çatışırsa kazanan emperyalizm olur



Çok partili yaşama geçişten bu yana, siyasiler, büyük sermaye, NATO generalleri eliyle “küçük Amerika” olmak için çırpınan ülkemiz “küçük Amerika” olamadı. Ama çokça küçük düştü ve Güneydoğu Anadolu üzerinden küçülme tehdidi yaşıyor. Egemenlerimiz; geçmişte ABD için Kore’de, emekçi çocuklarının kanını akıttılar. ABD’de olduğu gibi, onu örnek alarak, cehaleti örgütleyip, kurumsallaştırdılar. Obama karşıtlarının yüzde 40’ının, başkan için, “sosyalist, Müslüman, ateist” diyebildiği ABD’yi. Çoğunluğun; Obama’nın bu sıfatlarından ilkinin ne anlama geldiğini bilmediği, son ikisinin ise aynı anda birlikte olamayacağını sorgulamadığı ABD’yi.

Eğri oturup doğru konuşalım. Ukrayna konusunda Rusya’nın haklı olup olmadığını, hatalı davranıp davranmadığını, dünyadaki 7.2 milyar insan konuşabilir, tartışabilir, sorgulayabilir. Bir kişi hariç: ABD Başkanı. Çünkü Afganistan’ı, Irak’ı işgal eden, Libya’yı bombalayan, Suriye’de eli kanlı çeteleri destekleyen, halen dünyada 150’den fazla ülkede açık – gizli üs bulunduran ülkedir. Japonya’ya attığı atom bombalarının etkisi sürüyorken, Vietnam’da, Kore’de, Küba’da, Şili’de, İran’da yaptıklarının hesabını veremezken, (örnekler çoktur, sayfalar yetmez), Rusya’yı “21. yüzyılda, 19. yüzyıldaki gibi davranmakla suçlaması” en hafifinden komiktir. Ama gülemiyoruz.

DIŞ POLİTİKA ve KAMU DİPLOMASİSİ  

Şurası gerçek, sokaktaki adam, dış politika bilgisini büyük ölçüde medyaya, diplomasinin seçkinlerine, uzmanlara borçludur. İç siyaset hakkındaki fikirlerini geçmişi, eğitimi, ailesi, toplumsal çevresi, yetişme tarzı şekillendirirken, dış siyaset hakkındaki fikirlerini etkileyen kanallar sınırlıdır. Büyük çıkar çevrelerini, dev tekelleri, güçlü lobileri, baskı gruplarını, siyasal iktisada ilişkin dinamikleri, güç dengelerini, diplomasinin inceliklerini, uluslararası / uluslarüstü örgütlerin ağırlığını, uluslararası ilişkilerin doğasını, yapısını, kurumlarını, koşullarını, aktörlerini, karar vericilerini, karar alma süreçlerini, küresel kuvvet dengesini bilmek durumunda değildir.

Devlet adamları için durum farklıdır. Devletin gücü, itibarı, saygınlığı, caydırıcılığı adına yüksek bedel ödemek gerektiğini bilirler. Bu değerleri yitirmektense, çok sayıda asker, insan, para, silah kaybetmeyi göze alırlar. Çünkü diplomasinin karar alma süreçleri, diplomatik kararların neticeleri, yansımaları farklıdır. Hiçbir ülke, ne kendi kamuoyunda, ne de rakip, düşman, müttefik ülkelerin kamuoyunda güçsüz, zayıf, dış etkilere açık bir görüntü vermek, bu yönde bir algı yaratmak istemez. Uzağa gitmeye gerek yok. Birkaç yıl önce Rusların Kursk denizaltısı battığında, Rusya lideri Putin, ABD’nin denizaltıyı kurtarmak için yaptığı yardım önerisini kesin bir dille reddetmişti. ABD yardımıyla Rus denizcilerini kurtarmaktansa, içi kan ağlayarak, onların ölmesine razı olmuştu. Bu tutumuyla, belki askerlerin aileleri başta olmak üzere kamuoyunun bir kesiminin tepkisini çekmişti. Ama kendince, ülkesinin itibarını, ciddiyetini, ağırlığını korumaya çalışmıştı.

Birkaç ay önce aynı Putin, Soçi Olimpiyatları’nda gövde gösterisi yaptı. Oyunlarda, sadece milli formayla yarışan sporcuların ve temsil ettikleri ülkelerin değil, aynı zamanda o ülkelerin bilimdeki, teknolojideki, tıptaki, endüstrideki güçlerinin yarıştığını bilen bir siyasetçi olarak, olimpiyatlardan her alanda yararlandı. Rusya – ABD arasındaki basketbol veya buz hokeyi müsabakasında, sahada sporcuların değil, orduların, bilim insanlarının, sanayi kapasitelerinin yarışıp, mücadele ettiğini biliyordu, haklıydı da. Aynen, İngiltere – Almanya arasındaki futbol maçına, politik, ekonomik rekabet zaviyesinden bakan İngilizler, Almanlar gibi. İktidarı boyunca, kişisel olarak da önem verdiği bir kent olan Soçi’deki olimpiyatların açılış ve kapanış gösterilerinde, Rusya’nın tarihsel, kültürel, sanatsal, entelektüel, bilimsel, teknolojik geçmişini yansıttı. Sovyet geçmişini sahiplendi. SSCB sonrasında hayli örselenmiş olan Rus ulusal kimliğinin, Rus milliyetçiliğinin canlanışını, yükselişini kendi siyasi kariyeriyle özdeşleştirdi.

Putin bu sayede, Batılıların geliştirdiği kavramlar olan, yumuşak güç, kamu diplomasisi, spor diplomasisi, kültür – sanat diplomasisi, insandan insana diplomasi gibi konularda da iddiasını ortaya koydu. Sadece Rus kamuoyunu değil, dünya kamuoyunu da etkilemeye çalıştı. Rusya merkezli düşünen, emperyal bakış açısına sahip bir lider olduğunu kanıtladı. Devlet, güç, çıkar, rekabet odaklı yaklaşıma sahip olduğunu gösterdi. ABD ve AB’nin, Fener Ortodoks Patrikhanesi üzerinden Türkiye’yi sıkıştırma, Rusya’yı çevreleme yönündeki ataklarına, Rus Ortodoks Kilisesi’yle arasındaki yakınlığı öne çıkararak yanıt verdi. Onun bu tutumu, sadece Ortodoks dünyasına verilen dini bir mesaj değildi, aynı zamanda, ABD ve AB emperyalizmine verilen siyasi bir mesajdı. 51 milyar dolarlık bütçesiyle olimpiyat tarihinin en pahalı olimpiyatını yaparken (Soçi’den sonraki en yüksek bütçeli olimpiyat, Pekin 2008 Olimpiyatlarıdır, 44 milyar dolar), ekonomik gücü üzerinden de mesaj verdi Batıya. 

Bir örnek de geçmişten, ABD tarihinden verelim. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Japonya’nın iki kentine (Hiroşima ve Nagazaki) atom bombası atan ABD’nin elinde, Japonların kısa süre içinde teslim olacağı, barış isteyeceği bilgisi vardır. Dahası, savaşın sonucu neredeyse bellidir. ABD buna rağmen bombaları atmıştır. Bunda amacı, daha çok Japon öldürmek, Japonya’yı bir an önce koşulsuz barışa razı etmekten ziyade, sadece düşmanlarına değil, SSCB başta olmak üzere müttefiklerine de, ne kadar güçlü olduğunu gösterip, gözdağı vermektir. Bilimsel, teknolojik üstünlüğünün yanında, gerektiğinde ne kadar acımasız olabileceğini kanıtlamaktır. Kısacası, bombaları atarken, hedefi sadece Japonya değil, dost – düşman bütün dünyadır. Yaptığı da vahşi, barbar, acımasız bir güç gösterisi olmakla birlikte, son kertede güçlü bir politik mesajdır.  

SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA RUSYA ve ABD



Konumuza gelelim. Son yıllarda Rusya’nın, yakın çevresinde etkisi hızla arttı. 2008’deki Rusya – Gürcistan savaşıyla, Soros’un darbe yaptırdığı, iktidarın ABD’nin denetiminde olduğu bu ülkenin kaybına tahammülü olmadığını, gerekirse çıkarlarını silahla koruyacağını gösterdi. Kısa süre sonra Gürcistan’da ABD’ye yakın liderlerin etkisi azaldı. Gürcistan’ın yeni cumhurbaşkanı, hem batı hem Rusya’yla yakın ilişkilerden yana olduğunu açıkladı. Rusya’nın Ermenistan üzerindeki etkisi malum, bu konuda ABD’yle rekabet ediyor. ABD’nin isteğiyle Türkiye’nin başlattığı Ermenistan açılımına hemen müdahil oldu. Cenevre’de protokoller imzalanırken hazır bulundu. Süreci desteklediğini açıkladı. Bu, bölgede inisiyatif sahibi olduğunu gösterip, “Benden habersiz, beni dışlayan, bana rağmen bir gelişme olmaz” demek istedi.

Ermenistan ile Azerbaycan arasında, Dağlık Karabağ’ın işgalinden kaynaklanan sorunun çözümünde öne çıkıyor Moskova. Her ne kadar sorunun sürmesi, Rusya’nın işine gelse de, bu sayede her iki ülke üzerindeki baskısını sürdürse de, arabuluculuk rolünü kimseye kaptırmamaya çalışıyor. Kasım 2008’de Moskova’da Azeri ve Ermeni cumhurbaşkanlarını ağırladı. Görüşme sonrasında “Dağlık Karabağ Sorununun Çözümü İçin Moskova Bildirisi” imzalandı. O bildiri, 1994’te Dağlık Karabağ’da sağlanan ateşkesten sonra, Bakü ve Erivan arasında imzalanan ilk yazılı belgeydi. Moskova, iki ülkenin liderlerini buluşturarak, çözüm söz konusu olursa, bunu tek başına ABD’nin değil, öncelikle Rusya’nın öncülük ettiği bir sürecin sağlayacağını gösterdi. Moskova’nın Bakü ile enerji konularında yaptığı işbirliği de dikkat çekiyor. Rusya, sorunun çözümünde AGİT’in 1992’de kurduğu Minsk Grubu’nun (içinde ABD, AB, Rusya temsilcileri var) değil, öncelikle kendisinin etkili olacağını dünyaya göstermek istiyor.

ABD, Soğuk Savaş sonrasında zaferini ilan edip, küreselleşmeyi, özelleştirmeyi, serbest piyasayı, kendi değerlerinin devamı ve ulusal güvenliği için şart koşarken, demokrasi = kapitalizm denklemini kullanıyordu. Bu iki kavramı özdeşleştirmişti. Ekonomik çelişkinin, sınıfsal tahlilin yerini etnik, dinsel, mezhepsel kimlikler, feodal değerler almaya başlamıştı ABD’nin de desteğiyle. ABD, ulusları etnik kimlikler üzerinden bölerken, ulus devletleri parçalayıp işgal ederken, ABD üniversitelerinde “ulus inşası”, “devlet inşası”, “etnik kimlikler”, “barış süreci”, “cinsiyet politikaları”, “başarısız devletler” üzerine yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde patlama yaşanıyordu. Sadece ABD’li gençlerin değil, bizimkiler dahil, dünyanın her tarafından gençlerin bu konularda çalışmaları özendiriliyor, bu amaçla büyük fonlar tahsis ediliyordu. Yugoslavya’da model tuttu. Türkiye’de hayli yol alındı. Irak işgal edildi. Libya dağıtıldı. Suriye direniyor.

Varsıl – yoksul, ezen – ezilen, sömüren – sömürülen çelişkisinin yerini Türk – Kürt, laik – İslamcı, Alevi – Sünni, Sırp – Boşnak, Sünni – Şii, Arap – Kürt ayrımı alsın diye çok mesafe kaydedildi. Yapay bölünmeler yaratıldı, bilimsel kılıflar arkasında. Emperyalizm böyle istiyor. Samuel Huntington, medeniyetlerin kaynaşmasının, uzlaşmasının, sentez olmasının, güçlü, özgüven sahibi melez medeniyetlerin öne çıkmasının değil, medeniyetlerin çatışmasının kuramını yapmıştı, “bilim” adı altında. Ülkemizde hayranı çoktur. Amaç, SSCB ve komünizm sonrasında, düşmansız, işsiz kalan NATO’ya, yeni iş, yeni düşman, yeni hedef yaratmaktı. Bu yolla ABD’yi ve Avrupa’yı diri tutmaktı. Tetikte, uyanık olmalarını sağlamaktı. Yeni düşman İslamcılık oldu. SSCB ve komünizme karşı bir zamanlar ittifak yaptıkları “İslamcı gruplar” ise “terörist” oldular ABD’nin gözünde. Amaç; Neo Con uzmanların geliştirdiği siyasi bir proje olan “ılımlı İslam”ı iktidar yapmaktı. Büyük Ortadoğu Projesi bunun için tasarlandı ama tıkandı. Farklı iç ve dış dinamiklerin ürünü olan Arap Baharı, bazı ülkelerde Batının işine yaradı. Ama her yerde umulanı vermedi. ABD Ortadoğu’da zemin kaybetti. Emperyalizmle uyumlu, ılımlı “Siyasal İslam” artık zorlanıyor, Mısır’da bile. Türkiye’de ise iktidarda…  

UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELER ve BÖLGEDEKİ DENGELER  

Ukrayna’daki gelişmeleri, jeopolitik, stratejik, ekonomik, diplomatik, güvenlik boyutlarının yanında, şu açıdan da yorumlamak mümkün: ABD; Ortadoğu, Mısır, İran, Suriye konularındaki gerileyişini, dünya kamuoyunda ses getiren bir karşı atakla durdurup, yeniden hamle yapıp, itibarını onarmayı hedefleyen bir diplomasiyi devreye soktu. AB’yi de yanına alıp, Rusya’yı çevrelemeye çalıştı. Ortadoğu, Suriye, İran, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi başlıklarda itibarını, gücünü artıran, Çin’le güçlü bir blok oluşturan Rusya ise ivmesini düşürmedi. ABD’ye yüksek tonda, sert yanıt verdi. Kırım’ın çok yüksek bir oy oranıyla Rusya’ya bağlanmayı kabul etmesi, Putin’in elini güçlendirdi. Ukrayna’nın batısındaki yüksek katılımlı gösterilerden, göstericilerin Batı yanlısı sivil toplumcular, liberaller, Rus karşıtı milliyetçiler, faşist gruplardan, ağırlıklı olarak eğitimli, kentli, genç – orta yaş diliminden, beyaz yakalı çalışanlardan oluşmasından yılmadı. Ukrayna’nın Rusya’ya yakın, Doğu bölgelerindeki oylamadan da çok yüksek oranda bağımsızlık kararının çıkması ve bölgede Ukrayna ordusu ile Rus yanlıları arasındaki çatışmalar, Putin’in eline bir koz daha verdi.

Rusya, 2015’ten itibaren Akdeniz’de kalıcı deniz gücü bulunduracağını açıkladı. Suriye’deki Tartus limanının Akdeniz filosuna lojistik sağlayacağını bildirdi. Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri dışında, Rusya’nın ülkesi dışındaki tek üssü olan Tartus’tan vazgeçmeyeceğini ortaya koydu. Ordusunu, enerji savaşlarının çıkacağını düşünerek yeniden yapılandırma yönünde, 2020’ye dek, ordunun modernizasyonu için 650 milyar doları aşan bütçe ayırdığını ilan etti. Rusya ile Batı arasında karşılıklı peşrevler çekildi. ABD, Rusya’yı NATO diyalogundan, G 8’den dışladı. Rus doğalgazına bağımlı olan AB’nin ise Rus yatırımcılarına posta koyacak halde olmadığı görüldü. Rusya Batıya kısasa kısas dedi. Mesela; Ocak 2014’te, AB’den domuz ve domuz ürünleri ithalatına yasak getirdi. Brüksel telaşla, Moskova’yı Dünya Ticaret Örgütü‟ne şikâyet etti. Çünkü Rusya’nın AB’ye koyduğu yasak, AB’nin Rusya’ya ihracatının yüzde 25’ini etkiliyor ki, AB’nin tarıma verdiği doğrudan ve dolaylı desteklerin önemi biliniyor.    

Ukrayna’daki gelişmeler, sadece Kırım’ın Rusya’ya katılması ve ülkedeki Tatarların konumu açısından değil, her açıdan Türkiye’yi ilgilendiriyor. Hariciye Vekili’nin Ukrayna ziyaretini ve Kırım’daki referandum sonrasında yaptığı “kabul edilemez” şeklindeki açıklamayı not eden Rusya, Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı. Ticaret hacmi 40 milyar doları geçiyor. Doğalgaz temininde üçte iki oranında bağımlıyız. İlk nükleer santral ihalesini verdiğimiz ülke. Her yıl Türkiye’ye 3 milyondan fazla turist yolluyor. Putin, Türkiye’deki en başarısız, en Batıcı hükümetlerin iktidarında bile, Ankara’nın Kafkasya, Orta Asya ve İslam dünyasında belirli bir etkiye sahip olduğunu bildiğinden, Ankara’yı batıya daha çok itecek, Rusya’dan uzaklaştıracak adımlar atmıyor. İki ülke arasındaki coğrafi yakınlığı, tarihsel bağları, güçlü ticari ilişkileri öne çıkarmaya çalışıyor. Gerçekçi, akılcı, faydacı davranıyor.

Ana fikir: Tarihte Rus – Türk gerginliğinden kazanan taraf, Rusya veya Türkiye değil, her zaman batı emperyalizmi olmuştur. İki ülke işbirliği yaptığında ise ikisi de kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk dönemi, bu dış politikaya örnektir. İşbirliği yapılan dönemlerde, geniş bir coğrafya istikrara kavuşmuştur. Rusya’yla ilişkilere, Soğuk Savaş dönemi kavramları ve algılarıyla değil, karşılıklı çıkar, ortak yarar, içişlerine saygı temelinde bakılmalıdır. Karadeniz ve Akdeniz’in, sadece bizim için değil, Rusya için de jeopolitik önceliği vardır. Rusya’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusundaki duyarlılığı önemlidir. Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek için, dünyaya Washington veya Brüksel’den değil, Ankara’dan bakmak gerekir.   

Barış Doster

Odatv.com
 
24.5.2014

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Hayatınız ve işiniz için 2023'e kıyasla genel 2024 beklentiniz nedir?



©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама