"Rusya'yı işadamları kotardı..."
TürkRus.Com'un görüşü: “İsrail anlaşmasını diplomatlar kotardı, avantajından işadamları yararlanacak. Rusya’yla ilişkilerin toparlanmasını işadamları kotardı, şimdi avantajından diplomatlar yararlanacak.” Bu değerlendirme, ABD’deki Brookings Enstitüsü’nden Prof. Dr. Kemal Kirişci’ye aitmiş.
Pazar günü Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın
yazısından öğrendik...
* * *
Türkiye-Rusya ilişkilerinin yakın tarihinde devletin iş dünyasının önünü açtığı ilk –ve belki de tek- büyük adım, devrin Başbakanı Turgut Özal’ın 1984’te mimarı olduğu doğalgaz alım anlaşmasının hemen ardından, 1986’da yaptığı Moskova seferidir.
Özal’ın yine “bir uçak dolusu işadamı ile” gerçekleştirdiği Moskova seferi sırasında, SSCB’den alınan gaza karşılık Türk müteahhitlerin inşaat projeleri almaları ve Türk mallarının satışı anlaşması yapması, şu an yediğimiz meyvelerin ilk tohumuydu.
Bugün Rusya’da Credit Europe Bank ile, Türklerin en büyük başarı öykülerinden birine imza atan Hüsnü Özyeğin o günleri geçmişte şöyle anlatmıştı:
“Rusya'ya ilk olarak merhum Turgut Özal ile 1984 yılında geldik. Bildiğiniz gibi Ruslarla yapılan meşhur gaz anlaşması bu ziyarette planlandı dedi.
Özal ile dünyayı gezdik diyebiliriz. Buraya 1986 yılında bir daha Özal ile geldim. (Not: O tarihte Özyeğin 42 yaşında ve Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü idi) Heyet olarak kalabalık geldiğimiz için o zaman tek bir otel vardı ve o otelde de bir odada 3 kişi kaldık. Aşağıda sadece tavuk kızartan bir yer vardı ve yiyeceği de uzun kuyruklar halinde oradan alıyorduk.
Tüm bunları gördükten sonra Rusya'nın bugünkü hali inanılmaz. Avrupa'ya gittiğinizde 30 yıl önce nasılsa şimdi de pek fazla bir değişiklik göremezsiniz.
Moskova'ya bu ikinci ziyaretten dönüş yolunda, uçakta her zaman olduğu gibi Özal işadamlarının yanına giderek tek tek sohbet ediyordu. Ben burada (Moskova) bir banka şubesi, temsilcilik ofisi açmak istediğimi söyledim. Rahmetli Özal hemen Merkez Bankası Başkanı Yavuz Canevi'yi çağırarak bunun için hemen izin verilmesini söyledi. 1988'de ilk kez bir Türk bankasının, Yapı Kredi'nin Moskova'da temsilciliği açıldı.”
* * *
Türk iş dünyası, Özal’ın açtığı o yolda Rusya’da yürümedi; koştu. Hatta uçtu!
Önce inşaatçılar, sonra dış ticaretçiler büyük işler kotardı. Ardından 1991’de SSCB ve beraberinde “Demir Perde”nin yıkılması ile önce bavulcular Laleli’ye, sonra turistler Antalya’ya akın akın gelmeye başladı... 90’ların başından itibaren Türk müteşebbisler Rusya’ya tırnaklarını geçirdi. Türkiye’den sattıkları kendi mallarının peşinden Rusya’ya giden müteşebbisler kurdukları şirketlerle, açtıkları mağazalarla büyüdüler. 90’ların sonuna doğru artık Türkiye’nin büyük sermayesi, “marka”ları üretici olarak Rusya’ya akın etti. Milyarlarca dolarlık yatırımlarla pazara damgalarını vurmaya başladılar...
Hepimizin iyi bildiği bu gelişmeleri, “hafıza tazeleyen bir özet” ile anlatmamızın nedeni şu:
Özallı ilk yıllarda ve 90’ların ortasına kadar Türkiye’den Eximbank kredileri ile sağlanan desteği saymazsanız, Rusya’da Türk müteşebbisin en ufağından en irisine başarıları, emin olun kendi tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği başarıdır. Bu başarıyla “gurur duymak” devlet dahil herkesin hakkıdır ama bu başarıyı “sahiplenmek” ayrı meseledir...
Son yıllarda kira ve reklam-tanıtım yardımları dahil, aradaki açığı kapatmak için devlet bazı fonların musluğunu imkanlar ölçüsünde açtıysa da, genel olarak son 20 yılda Türk müteşebbisinin Rusya macerası “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” çizgisinde gelişti, gelişiyor.
Türk iş dünyası Rusya’da 1998 krizinin yıkımını da, 2008’in darbelerini de, son uçak krizinin üzerine yıktığı enkazı da “kendi yağı ile kavrularak” atlatmaya çalıştı.
Elinizi vicdanınıza koyup düşünürseniz, bu kriz dönemlerinde devletin Türk iş dünyasına desteği ne oldu sorusunun cevabını bulmak, samanlıkta iğne aramak kadar zor değil. Malumu ilam manasız...
* * *
SSCB’nin dağılmasından sonra, 2004’te Putin’in Ankara’ya yaptığı ilk resmi ziyarete kadar geçen sürede, Türkiye ile Rusya arasında “husumet” ile “sert rekabet” arasında gidip gelen çok zorlu bir dönem yaşandı. Çeçenistan’daki iç savaş ve PKK ile yoğun çatışmaların gölgesinde, iki tarafın da sürekli birbirlerini suçladıkları ve parmakları ile birbirlerini işaret ettikleri “gergin” yıllar geçti.
O yılları Rusya’da geçiren Türkler, o kadar ağır şartlarda, baskı yıllarında Türk iş dünyasının Rusya’daki başarısının “paha biçilmez” olduğunun hakkını teslim ederler. Çünkü “gül bahçesinde” değil “mayınlı arazide” iş yapılıyordu o yıllarda.
İşte o yıllardan başlayarak, itiraf edelim ki hep bu dört nala gidişte Türk müteşebbisi “at”, Türk devleti ise “araba” oldu.
Müteşebbislerin ne hızına yetişebildi devlet, ne de onlara ufuk açacak projeler geliştirebildi.
Sadece devlet değil; Ankara’dan gelip burada Türk iş dünyasını temsil ettiği iddiasıyla iş tutan büyük kurum-kuruluşların ortaya koydukları “projeler” ve de “eserler” gün gibi ortada. “Dikilen” eserler de burada, ilk krizde apar topar kilit vurulan projeler de... Görmek isteyen için ayan beyan duruyor; görmek istemeyenin gözünü açacak asamız yok.
Ne devletin, ne de kendisini temsil iddiasındaki “anlı şanlı” kurumların en iyi zamanlarda bile umulan desteği veremediği, ufkunu açamadığı, daha çok başarılarını sahiplendiği Türk müteşebbisleri, kendi çabalarıyla Rusya’da destanlar yazdılar, yazıyorlar. Yıllardır politikacıların en iyi yaptıkları da, her geliş gidişlerinde bu başarılarla “övünmek”, kendilerine “pay” çıkarmak. Bu da eşyanın tabiatı; her zaman böyleydi, her zaman böyle olacak...
* * *
Yine Prof. Dr. Kemal Kirişci’nin sözüne dönelim:
“İsrail anlaşmasını diplomatlar kotardı, avantajından işadamları yararlanacak. Rusya’yla ilişkilerin toparlanmasını işadamları kotardı, şimdi avantajından diplomatlar yararlanacak.”
Biz Rusya’da yaşayanlar, bıçağın kemiğe dayandığı, uçurumun kenarından dönüldüğü şu günlerde “suçlu suçsuz” kavgasını bir kez daha rafa kaldırıp, “Ortak bir çabayla tren yeniden raya oturtuldu, bundan sonra üstüne titreyelim, hatalardan ders çıkaralım, aynı yanlışları tekrarlamayalım” diyoruz.
Nasıl ki 90’ların başından itibaren bu “ortak dostluk-işbirliği binası”nın inşaasında, –vitrinde kimler durursa dursun- en fazla harç, en fazla tuğla, en fazla su taşıyan Türk iş dünyası ise, emin olun son krizde de pek çok “isimsiz kahramanın” hem orada, hem burada iğneyle kuyu kazan çabalarıyla, emekleriyle bugüne ve bu “U dönüşü” noktasına gelindi.
Aylarca devam eden kriz döneminde Türk iş dünyasının aklıselim sahibi temsilcileri, ulaşabildikleri her kanalda hem Türkiye, hem de Rusya resmi makamlarına “meselenin önemini” anlatabilmek için her şeyi yaptı. İkili evliliklerden sosyal-kültürel ilişkilere kadar, Türk-Rus dostluğunun “yumuşak gücü” olan cephe, sabırla, sebatla, iğneyle kuyu kazarak her kanalı zorladı.
İş dünyası başta olmak üzere, Türkiye-Rusya ilişkilerinin “siyaset dışı” güçleri, bugün bu noktaya gelinmesinde, bazı adımların atılmasının “mecburiyet” haline gelmesinde büyük pay sahibidir.
Onların serinkanlı duruşu, anlamayan kafalara en basit gerçekleri sokmak için tekrar tekrar anlatma azimleri, bir kuru ekmekle bile olsa dergahı bekleme sabırları, siyasetin "öfke" değil "akıl işi" olduğunu işleme gayretleri, bugün geldiğimiz noktanın kimilerince "yok sayılan" olmazsa olmazları aslında.
Kimileri, "Ne alakası var? Birisi bir sabah kalktı karar verdi, ertesi sabah da öbürü karşılık verdi, iş tatlıya bağlandı" diyebilir. Ama "düşmanlığın maliyet hesabını" çıkartanlar diplomatlardan önce, emin olun işadamlardır.
Yani, sadece “söyleyene” değil “söyletene” de bakın!
11.7.2016
Реклама