Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
YAZARLAR

Nostalji: Ben de Cumhuriyet'i çok sevmiştim, 6 ay izinsiz çalışacak kadar!

 

Cumhuriyet'te çalışmaya başladığımda 19 yaşındaydım. ıstanbul Hukuk Fakültesi'nde okuyordum. Zaten meslekte "alaylı" idim. Henüz 13 yaşında yeni yetme bir velet iken, Malatya'daki Görüş gazetesinde "acar muhabirlik" yapmaya başlamıştım bile. Görüş gazetesi, mesleğin alfabesini bellediğim "ilkokul"du, Cumhuriyet "lise" müfredatını koydu onun üstüne.

Hasan Cemal'in kitabını okuyanlar da bilirler, 1989 yılı Cumhuriyet'in zirveye çıktığı yıldı. Hem tirajı 100 binin üstündeydi, hem de reklam gelirleri iyiydi. Tabii daha da önemlisi, mükemmel bir gazetecilik ortamı vardı Cumhuriyet'te. Haberler objektif yazılırdı. Bazen gaza gelip haberlerini niteleme sıfatları ile dolduran ya da araya yorum attıranlar fırçayı yerdi. "Yorum yapmak köşe yazarlarının işiydi, muhabir objetkif olarak haberini yazmalıydı, o kadar." Hasan Cemal'in yönettiği Cumhuriyet'te bu temel ilkeydi.

Hatırlar mısınız, Dustin Hoffman ve Robert Redford'un Watergate skandalını ortaya çıkaran iki gazeteciyi oynadıkları "Başkanın Bütün Adamları" (The All The Presıdent's Men) diye bir film vardı. 1976 yapımı bu muhteşem filmi izledikten sonra, gazetecilikten başka bir mesleği hiç düşünmedim. O filmde, kritik bir istihbaratı birkaç kaynaktan teyit etmeksizin, heyecanlarının esiri olarak bir an önce yazıp basmak isteyen genç muhabirlere, The Washington Post'un deneyimli genel yayın yönetmeninin unutulmaz bir cevabı vardı: "Beni, sizin ne DÜşÜNDÜğÜNÜZ ilgilendirmiyor, ne BıLDığıNıZ ilgilendiriyor."

ışte 80'lerin tam da sonunda, Cumhuriyet'in Cağaloğlu'ndaki o tarihi binasından içeriye ilk adımı attığım günlerde gazeteye hakim olan anlayış buydu. Mesela o aralar türban kavgası yine alevlenmişti, Beyazıt Meydanı'nda her cuma olay çıkardı. O günlerde, adı lazım değil, istihbarat servisindeki genç muhabir arkadaşlardan biri haberini yazarken, "Yine bir grup kara çarşaflı ve çember sakallı yobaz..." diye bir ifade kullanmıştı. Sayfaya girmeden haberi gören Hasan Cemal, Kemal Küçük üzerinden okkalı bir fırça atmıştı arkadaşa. Çünkü haberde niteleme sıfatı kullanılmamalıydı. Zaten ertesi gün Cumhuriyet'in neredeyse tüm köşe yazarları "yobazlar" diye yazıyordu, onlar "yorum"yapabilirdi, muhabirler değil.

Hasan Cemal'in günlüğünden yazdıklarıyla bugün öğrenebilediğimiz o "iç politik"ayrıntıları, en üstte bizim "Tanrılar katı" dediğimiz, Nadir Bey'in de odasının bulunduğu teras katta olup bitenleri biz muhabirler pek bilmezdi. Parça bölük dedikodular, istihbarat kırıntıları gelirdi gelmesine ama zaten herşey yolunda gittiği için kimse uzun boylu o taraklarda bez dokumazdı. Ben 1989 ekim ayında 960 bin lira net maaşla kadroya girdiğimde, muhabirler bir de yılda 4 maaş ikramiye alırdı. Babıali'nin en yüksek maaşları ödenmezdi Cumhuriyet'te ama ortalamanın altında da değildik. Vaziyet gayet iyiydi.

Yani o günlerde biz Cumhuriyet'i hakikaten çok severdik. Ne günlerdi... Kimler çalışırdı o zamanın Cumhuriyeti'nde diye düşünüyorum da, hepsi bugün tesbih taneleri gibi medyanın her köşesine dağılmış, ama hepsi gittiği yerlerde de "1 numara" olmuş ağabeyler, arkadaşlar gözümün önünde. Çizgilerini beğenelim beğenmeyelim, bugün Türk basınının önemli isimleri olan, yıldızları olan onlarca kişi var.

O zamanlar Cumhuriyet'te bir "ahenk" vardı. Biz "kölelerin" aşağıdan görebildiği kadarıyla herkesin "yaşama alanı" belliydi, kimse kimsenin arazisine tapusuz mülk kondurmazdı. Herkes işini şevkle, isteyerek, en iyi şekilde yapmaya çalışırdı. Yayın yönetmeni Hasan Cemal'in, onun sağkolu yazıişleri müdürü Okay Gönensin'in, onun "beyninin yarısı" Kerem Çalışkan'ın, Haber Merkezi'nin komutanı Yalçın Bayer'in, Dış Haberler'in efsanevi şefi rahmetli Ergun Balcı'nın, Spor Servisi'nin bir türlü emekli olup gençlere yol açmadığı için arkasından hep eleştirilen şefi sevgili "Abdül Abi"nin (Yücelman), hatta ıstihbarat'ın "kısa Camel" lakaplı lokomotifi, şefi Kemal Küçük'ün ağırlığı, saygınlığı vardı.

Klasik "imam-cemaat" benzetmesi vardır ya. Öyleydi işte. "ımam" Hasan Cemal işinin erbabı, çağdaş bir genel yayın yönetmeni olarak pusulayı tutardı. Biz "cemaat" de imama uyar ve kendi işimizi iyi yapardık.

Ve size bir şey itiraf edeyim mi? Ben Cumhuriyet'te daha 20 yaşına bile basmamış bir yeni yetme olarak o zamanın bazı muhabirlerini, şeflerini eleştirir ve "Ne kadar yeteneksiz bu adamlar, ne işleri var Cumhuriyet'te!" diye öfkelenirdim. Ama çok değil 4 yıl kadar sonra Cumhuriyet batıp da mecburen "kötü yola" düşünce, normal bir maaş alabilmek için vakti zamanında eleştirdiğim medya kuruluşlarında çalışmaya başlayınca dehşetle şunu fark ettim: O zamanın Cumhuriyeti'nde düzey meğerse o kadar yüksekmiş ki, benim elime fırsat geçse kapının önüne koymayı istediğim kişiler (hadi itiraf edeyim, onlardan biri sağlık muhabiri Gündüz şimşir, öbürü da yazı işleri sekreterlerinden ?Arap Adnan' idi), piyasadaki ortalamanın çok çok üstünde insanlar olarak gözümün önünde canlandı ve içimden özür diledim!

şimdi bu "geyik muhabbetleri"nin sonu yok... Hasan Cemal'inki gibi bir "tuğla" değilse de, bir "fasikül" rahat çıkar! Ali Sirmen'in "Selam verdim, haber değildir deyu almadı" dediği bıçkın haber müdürü Yalçın Bayer'li meslek derslerinden tutun da, rahmetli Ergun Balcı ve yine rahmetli Necdet Saraç ile "Cumhuriyet'i kurtarma" planlarımıza kadar... Bugün "yıldız" olan o zamanın hangi dış muhabirine ve Ankara muhabirine asla güvenmemek gerektiğine ilişkin büyüklerimin verdiği öğütlere kadar dedikodu bol... Ama "Hasan Cemal'lik" yapmayacağım ve "özel" kalması gereken şeyleri yazmayacağım! Kaldı ki, benim gibi sıradan bir haber merkezi redaktörünün anlatacaklarını kim niye okusun?

Ama Hasan Cemal'in kitabına dönüp söylemek istediğim bazı şeyler var. Sonuçta Hasan Cemal de, ılhan Selçuk da bence kendi pencerelerinden bakınca "Cumhuriyet'in iyiliğini" istiyorlardı. Ben ılhan Selçuk'u o gün de, bugün de çok eleştirmeme rağmen, belki duygusal davranarak, onu "tek suçlu" ilan etmeyi doğru bulmuyorum. Ona gelene kadar asıl suçlu "aile" idi. Hasan Cemal, faşistlikle suçlayacak kadar çizip attığı ılhan Selçuk'un kendi takıntıları ve hırsı yüzünden, değişime direnerek Cumhuriyet'i yavaş yavaş yok ettiğini düşünüyordu. ılhan Selçuk ise, Özal'lı sancılı değişim yıllarında Cumhuriyet'in "son bağımsız gazete" olarak Atatürk'e ve Cumhuriyet'e daha sıkı sarılmasını istiyordu... Bugün geriye dönüp yargılar üretmek zor değil, ama o gün sıcağı sıcağına yaşanan olaylar sağduyuyu her zaman öne çıkartamadı... Sonuç olarak, kabahatin en büyüğü "aile"de, küçüğü ılhan Abi'deydi bence...

O gün ılhan Selçuk'un korumaya çalıştığı haliyle Cumhuriyet'in "doğal ömrü" dolmuştu ve Hasan Cemal'in yapmaya çalıştığı sentez doğruydu. Belki vazo o kadar çabuk kırılmazdı, belki biraz daha gecikirdi kaçınılmaz savaş... Ama Saddam'ın Kuveyt'e girmesi, ekonominin çökmesi, reklamların kesilmesi, o ara teknolojiyi yenilemek için borçlanmış gazetenin soluk borusuna yumruk olup oturdu... Borçlanılan kişi de Kemal Uzan olunca, Cumhuriyet o girdaptan çıkamadı..

ılhan Selçuk ile ilgili ben şu anekdotu hatırlıyorum. Kriz dönemi yemekhanede işçilerle sohbet edip gönül almaya çalışırken, matbaanın bilinçli işçilerinden biri, "ılhan abi" demişti, "Sizin yıllardır savunduğunuz aydınlanma felsefesinin, yine sizin yazdığınıza göre çok kısa bir özeti var: Aklını başkalarına emanet etmemek. şimdi sizi okuyan binlerce kişi, her yazdığınızı tartışmasız kabul ediyor, o zaman akıllarını size emanet etmiş olmuyorlar mı? Bu yanlış değil mi?". ılhan Abi her zamanki gibi tane tane cevap vermişti, ama soru o kadar çarpıcıydı ki, benim aklımda cevap değil soru kalmış!

ışte ben ılhan Selçuk'un bu ülkede birçok aydının yaşadığı hüzünlü duruma düştüğünü düşünürüm çoğu kez. ılhan Selçuk'un kendisi değil, ama onu okuyan ve aydın olduklarına şahsen inanmadığım bir kitle onu neredeyse "peygamber" yaptı. Ve bu durum zaman içinde öylesine kemikleşti ki, ılhan Selçuk farkında olmadan bir kafesin içine sokuldu, etrafında duvarlar örüldü. Belki kendisiyle başbaşa kaldığında, "Galiba ben şunu şöyle düşünmekle hata yaptım" dediği zamanlar oldu, ama ortada Uğur Mumcu'nun da öncülüğünü yaptığı öyle bir "döneklik" saldırısı vardı ki, kırk yıldır söylediklerinden farklı bir şey söyleyecek olsa, önce kendi "müritleri" onu taşlayacaklardı. Ben ılhan Selçuk'un Çetin Altanvari bir dönüşüm yaşayabileceğine sırf bu nedenle hiç ihtimal vermedim, ama ne bileyim hiç değilse Attila ılhan gibi biraz daha denge adamı olabilirdi sanki. Bu saatten sonra ılhan Selçuk'tan daha da katılaşmaktan başka bir şey beklemek zor, ve bunu bilmek bana acı veriyor. Yazık...

Neyse, okuyan olursa belki bu notlara geri döner, Cumhuriyet'in en sıkıntılı döneminde geceli gündüzlü, 6 ay tek gün izin kullanmadan çalışmış bir "Cumhuriyet muhafızı" olarak ilginç notları paylaşırım. ılhan Selçuk ekibi ayrılıp giderken de kalıp çalışan, Hasan Cemal ekibi gidip ılhan Selçuk döndükten sonra da  izinsiz çalışmaya devam eden, yani yönetimde kim olursa olsun "ideolojik" değil "ekonomik" sebeplerden hep orada emek veren yüzlerce "emekçi"den biri olarak o günleri hatırlamak hüzün veriyor... ılhan Selçuk ekibi istifa ettiği gün herkesi toplayan Hasan Cemal'in duygu dolu konuşmaları da, geri döndüğü gün hepimizi yarı bodrum yemekhanede toplayıp daha çok özveri isteyen ılhan Ağabey'in sözleri de, dolu gözleri de hala dün gibi aklımda...

Herkesin söyleyecek sözü var. Herkesin haklı olduğu taraflar var. Hem Hasan Cemal'in hem de ılhan Selçuk'un söylediklerine taraftar olacak çok insan vardır eminim... Ben Hasan Cemal'in daha fazla haklı olduğunu düşünenlerdenim. Ama inanın bu saatten sonra o kadarı çok da fazla ilgilendirmiyor beni. Ben, çok ama çok sevdiğim Cumhuriyet'teki güzel günleri, zor günleri, sıkıntılı günleri, yılbaşı partilerini, grev öncüsü toplantıları, toplusözleşme bayramlarını, yıldönümlerini, dostları, matbaadaki ustaları, velhasılı Cumhuriyet'e dair herşeyi çok özlüyorum... O yüzden Hasan Cemal'in kitabını kendi anılarım gibi okudum..

Ve Hasan Cemal ile ılhan Selçuk'a gelene kadar, olup bitenlerin en büyük sorumlularını hatırlayıp kızıyorum: Bir gazete bile olsa, sonuçta geliri ve gideri ile bir şirket olan Cumhuriyet A.ş.'yi batırmak için yarışan o "aile"yi hoş olmayan duygularla anıyorum. Bence asıl birileri çıkıp "Cumhuriyet'in Dallas'ı" diye ailenin yüce bir çınarı nasıl kuruttuğunu, koca Cumhuriyet'i   "namerde muhtaç" hale nasıl düşürdüğünü bir daha yazmalı.

Biz de Cumhuriyet'i çok sevmiştik. Ve "o Cumhuriyet'i" hep seveceğiz. Senin kafandaki proje olsaydı bugün biz nerede, Cumhuriyet nerede olurdu sahi Ergun abi?

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Hayatınız ve işiniz için 2023'e kıyasla genel 2024 beklentiniz nedir?



©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама