Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
BASINDAN SEÇMELER

Şostakoviç'in Türkiye'si

Bundan 44 yıl önce, 9 Ağustos 1975'te hayatını kaybeden, 20. yüzyılda klasik müziğe damgasını vurmuş ünlü Sovyet besteci Dmitriy Şostakoviç 1,5 ay kaldığı Türkiye'den, halk müziğinden ve Mustafa Kemal Atatürk’den de etkilenmiş.  1935 yılında Atatürk, bir dizi konser için ünlü Sovyet sanatçılarını Türkiye'ye davet ediyor. Şostakoviç'in de bulunduğu heyette David Oistrah, Asaf Messerer, Mariya Maksakova, Natalya Dudinskaya, Abram Makarov, Lev Oborin ve İvan Jadan gibi ünlü sanatçılar yer alıyor. 

Yıllar sonra bale sanatçısı Messerer, Türkiye turnesi ile ilgili anılarını yayınladı. Karadeniz üzerinden feribotla İstanbul'a geldiklerini anlatan Messerer, Türk bakanların makam araçlarını kendilerine tahsis ettiğini, İstanbul'da Pera Palas Otelinde ağırlandıklarını ve kendilerden hiçbir ücret alınmadığını söyledi. Türkiye'de 1,5 ay kaldıklarını vurgulayan Messerer, "23 konser verdik. İstanbul'da 5, Ankara'da 15 ve İzmir'de 3 konser. Çok çalıştık ama mutluyduk. Salonlarda sanata olan saygıyı hissettik" dedi. 


 
Azeri akademisyen Farah Tahirov'un kaleme aldığı "Şostakoviç Türkiye'de" adlı kitapta Sovyet sanatçılarının Ankara'da Atatürk tarafından defalarca köşkte özel olarak ağırlandığı anlatılıyor. O zaman 28 yaşında olan Şostakoviç, Atatürk'ün sanata, müziğe ve kendilerine yönelik ilgisinden çok etkileniyor. Sovyetler'e döndüğünde bir gazetede Türkiye izlenimlerini yazarken Atatürk'ten övgüyle söz ediyor, arkadaşlarına da onunla ilgili izlenimlerini anlatıyor. 

Tahirov'un derlediği bilgilere göre, Türkiye gezisi genç Şostakoviç'in gelecek müzik kariyerinde önemli rol oynuyor. Besteci 1935 yılında Cumhuriyet gazetesine verdiği demecinde Türk halk müziğini çok beğendiğini, Türkiye'nin kendi müziğini dünyaya tanıtması gerektiğini söylüyor.  

Şostakoviç o tarihlerde Türkiye'de Cumhuriyet'in beste yarışmasının jüri üyeliğini de yapıyor.  

Ayrıca, Türkiye'den temin ettiği nota kağıtları yıllar sonra bestecinin müzik hayatına ciddi katkı sağlıyor. Gazeteci-yazar Soner Yalçın, bu hikayeyi şöyle anlatıyor:  

"Değerli sanatçımız İdil Biret'in eşi Şefik Büyükyüksel 2010 yılındaki mektubunda Doğan Hızlan'a şöyle yazdı: ’İdil'in konseri ve piyano yarışması jüri üyeliği nedeniyle geldiğimiz İskoçya'da Maestro Gennadi Rozhdestvensky ve eşi piyanist Viktoria Postnikova ile yaptığımız bir tren gezisi esnasında maestro bize çok ilginç bir şey anlattı. 1930'lu yıllarda Rusya'da nota kâğıdı bulmak çok zormuş. Shostakovich (Şostakoviç) 1936 yılında bir grup Sovyet müzisyen ile Türkiye'ye geldiğinde İstanbul'dan nota kâğıdı almış. Sonra Leningrad Alman ordularının muhasarası altında iken 7. Senfoni'yi bu nota kâğıtları üzerinde bestelemiş (1941/1942). Kâğıtlar üzerinde Türkiye'den geldiğini gösteren bir damga varmış…” 



 
Şostakoviç'le şair Nazım Hikmet arasında yaşanan çok ilginç bir olay da var. Eşi Vera Tulyakova Hikmet, “Nazım’la Son Söyleşimiz” kitabında şairin 1959 yılında Sovyet heyeti ile birlikte çıktığı Stockholm gezisi anlatıyor. Tulyakova’ya göre, Nazım’a heyetteki bir kişinin (Şostakoviç) önemli biri olduğunu aktarıyorlar ama adını söylemeyi unutuyorlar. 

Zayıf, utangaç, iri gözlüklü, ince sinirli elleri olan gence para değiştirmek gibi ufak tefek işlerini yaptıran Hikmet, ayrılırken onu kucaklaşıyor ve telefon numarasını istiyor. Genç, “Besteci Dimitriy Şostakoviç” yazılı kartvizitini uzatınca Hikmet ancak o anda, bir hafta boyunca zaman geçirdiği kişinin dünyaca ünlü Rus besteci olduğunu anlıyor. 

Hikmet, 1942 yılında Türkiye’de cezaevindeyken radyodan duyduğu Şostakaviç’in 7. Senfoni’sinden çok etkilenmişti. (Fuad Safarov, Medyagunlugu.com, Moskova)

**

Musikidergisi.net sitesinde yayımlanan bir başka arşiv yazısı da başka şilginç ayrıntılara yer veriyor

Şostakoviç İstanbul’da (1935)…

20. yüzyılın en önemli bestecilerinden Dimitri Şostakoviç(*) 29 yaşında geldiği ülkemizde kaldığı beş hafta boyunca yirmi üç konser vermiş. Türkiye turnesini anlattığı 23 mayıs 1935 tarihli Sovetskoye İskusstvo gazetesindeki yazısında düşüncelerini şöyle aktarıyor: “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de müzik reformunun gerçekleştirilmesi için büyük çabalar harcamaktadır. Türk milli müziğinde modern kültür üslubunun oluşturulmasına destek vermektedir”… Hakan Ganimgil, Şostakoviç’in 19 Nisan 1935 yılında İstanbul, Taksim stadında Libertas (Avusturya)-Fenerbahçe maçını birinci sıradan izlediğini belirtse de maçın sonucunu vermiyor!..

A.Hakan Ganimgil’in Aydınlık (1) Dergisi’nde yayımlanın yazısından:

“20. yüzyılın en önemli bestecilerinden olan Piyanist ve aynı zamanda Sovyetlerde Milletvekilliği de yapmış Dimitri Şostakoviç (1906 Sankt Petersburg –Moskova 1975) 19 Nisan 1935 yılında İstanbul, Taksim stadında Libertas (Avusturya)-Fenerbahçe maçını birinci sıradan izledi. Maçın sonucunu bilmiyoruz, Şostakoviç gibi büyük bir müzik dehasının bu tarihsel ziyaretini bilmediğimiz gibi…

Dimitri Şostakoviç beş haftada yirmi üç konser verdiği Türkiye turnesini 23 mayıs 1935 tarihli Sovetskoye İskusstvo gazetesinde, şöyle değerlendiriyor:

‘Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’de müzik reformunun gerçekleştirilmesi için büyük çabalar harcamaktadır. Türk milli müziğinde modern kültür üslubunun oluşturulmasına destek vermektedir, milli operanın geliştirilmesi ve müzik alanında orta ve yüksek öğretim sisteminin kurulması için büyük gayret sarf etmektedir…’

Sovyet sanatçılar İstanbul’da Pera Palas’ta kaldılar. Şostakoviç otelin 147 numaralı odasını piyanist Lev Oborin ile birlikte paylaştı. Turnenin Ankara bölümünde, İçişleri Bakanlığı tarafından konuk sanatçıların onuruna saat 22.00’de başlayan balo, Atatürk’ün geç saatlerdeki katılımıyla ertesi sabah 07.00’ye kadar sürdü.

İsmet İnönü Lev Obrin ve David Oystrakh ile sohbette icracılara hayran kaldığını belirtti. Atatürk özellikle Barasova’nın söylediği ‘Bülbül’ parçası için ‘Sesi şahane bir enstrüman sesi gibi’ diyordu.”

Çok önemli bir nokta var. Bu araştırma, turnenin Ankara ayağında, konser kayıtlarının yapıldığıdır. Ve büyük olasılıkla Cumhurbaşkanlığı arşivindedir. Bakır silindire kayıt edilen fonogram masterler, çiziklerden korunması amacıyla, pamuklu kapitone kumaşlara sarılıp muhafazaya alınmıştır. Yani bir plak şeklinde değildir. Bunu olası bir aramada kolaylık olsun diye belirtiyorum. Ayrıca bunların yayınlanması hususunu etkili köşenizde belirtirseniz ve bu kayıtlar yayınlanırsa, ülkemiz büyük bir prestij kazanır.(1)

Ünlü piyano sanatçımız İdil Biret’in eşi Şefik Büyükyüksel Dimitri Şostakoviç’in 7. Senfoni’sini İstanbul’da bulunduğu sırada Jorj D. Papajorjiu Yayınevi’nden satın aldığı nota kâğıtları üzerine yazdığını elinde bulunan partiturun ilgili fotokopyasını Emre Aracı’ya Brüksel’deki evinde gösteriyor. E. Aracı şöyle devam ediyor:

“Gerçekten de inanılır gibi bir manzara değil; notanın sol alt köşesinde her sayfada “Jorj D. Papajorjiu Yayınevi - Yüksek Kaldırım, İstanbul” yazılı… Leningrad Kuşatması’nı müzikle ifade eden eserin İstanbul’dan alınma nota kâğıtları üzerinde hayat bulmuş olması, ülkemin bilinmedik müzik tarihi yolculuğumda Brüksel’de işte bana böylesine yeni ve beklenmedik bir kapı açıyor.”(2)

Şostakoviç hayatından kesitler:

1936 Shostakovich’in Sovyet yönetiminin gözünden düştüğü yıl sayılır. Mtsenskli Lady operası için Pravda gazetesi: “Müzik değil, kargaşa; ancak burjuva zevklerine sesleniyor” yargısıyla Şostakoviç’e karşı geniş bir hakaret dizisi yayınlar. O güne dek ülkesini temsilen yurtdışında konferanslar vermiş, piyanistliği ve besteciliği ile ünlenmiş, ödüller ve fahri doktoralar kazanmış bir sanatçıdır ama birdenbire yapıtlarının seslendirilmesi yasaklanır; kendisi de provadaki Dördüncü Senfoni’sini geri çeker. Bir yıl sonra yazdığı Beşinci Senfoni, yeniden saygınlık kazanmasını sağlar. 31 yaşındaki besteci, bu senfoniyi kendi sanatsal kişiliği için geri bir adım olarak yorumlasa da, sunuş yazısında “Bir Sovyet sanatçısının adil eleştiriye cevabı” notunu düşer. Böylece “Sovyet senfoni geleneğinin en büyük ustası” olarak yeniden onurlandırılır. Bugün hâlâ nice sinema ve reklam filmlerinde Beşinci Senfoni’nin son bölümü, coşkulu ritmi, alımlı melodisi ile kullanılmaktadır.

Şostakoviç, 1948′de yine Sovyet yetkililerini kızdırınca, artık iki türde yapıt üretmeye başlar: Kimi rejimin ülküsüne hoş görünen, güleç ve yalın nitelikte; kimi kendi iç dünyasının acılı sesini duyuran yapıtlardır. Kendine ayırdığı yapıtlara bir de imza atmaktadır: Adının Rusçadaki baş harflerinin karşılığı olan Re, Mi Bemol, Do, Si bekar motifi. Bu motiften yola çıktığı keman, çello konçertoları, kuvartetleri, senfoni ve piyano yapıtları vardır.

Meslek yaşamının başından sonuna dek hep sıkı bir denetim altında olur; devlet yetkilileri ile bitip tükenmeyen sürtüşmelere girer; totaliter düzenin gereği olarak her verilen görevde çalışır. Geçimini sağlamak için sessiz filmlerde piyano çalmaktan, revü müzikleri yazmaya,tiyatro kumpanyalarına müzik danışmanlığı yapmaktan, müzik okullarında ders vermeye kadar pek çok iş yapar. Yaşamı boyunca devlet yetkililerinin beğenisini kazanabilmek için on beş senfonisinin bir bölümüne toplumsal içerikli başlıklar vermiştir: Ekim başlıklı ikinci senfonisi; 1 Mayıs başlıklı üçüncü senfonisi; 1905 Yılı adlı on birinci senfonisi ve 1917 Yılı adlı on ikinci senfonisi gibi.

Şostakoviç bu başlıkları kullandığı halde göstermelik bir sistem propagandası ardında kendine özgü sanatını, içine doğduğu gibi sergilemiştir. Kendi kuşağından Rostropoviç, Vişnevskaya, Barşay ve Aşkenazi gibi Batı’ya yerleşen ünlü müzikçilere göre Şostakoviç, komünist rejimin acı bir kurbanı olduğu kadar, perde arkasındaki anti-komünist müziğin de yaratıcısıdır. Yine de hiçbir yapıtında ne günün modası olan dizisel yöntemler vardır ne de Batı’daki yenilik arayışçılarının peşindedir. Çaykovski’nin izinde yürümüş, Prokofiyef gibi Yeni Klasik kalıpları uygulamış, seçmecilik yoluyla tarihten pek çok kaynağı müziğine aktarmıştır. İşte bu kaynakların yelpazesini geniş tutması da suçlanmasının başlıca nedenlerinden biridir.

Prokofiyef ile birçok kez aynı kefeye konarak yargılanmış olan Şostakoviç, Prokofiyef’in ölümünden neredeyse 10 yıl sonra, 1962′de yazdığı On üçüncü Senfoni’si ile yine sorgulanır. Bu senfoni, İkinci Dünya Savaşı’nda Babi-Yar’da Yahudilerin topluca öldürülmesine bir ağıt niteliği taşıdığından yönetici sınıfın Yahudi düşmanlarını kızdırır. 1960′tan sonra Komünist partiye üyeliği kabul edilmiş ve ölünceye dek en büyük Sovyet bestecisi olarak tanımlanmıştır.(3)
____________________________________
(1) A. Hakan Ganimgil “Şostakoviç Fener maçında” Aydınlık, s. 46. 19 Eylül 2010, Sy. 1205.
(2)http://www.andante.com.tr/index.php?page=makale_detay&makaleID=90&Makale=Brüksel’de Türk müziğinin izleri �
(3)
 
30.7.2019

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Hayatınız ve işiniz için 2023'e kıyasla genel 2024 beklentiniz nedir?
©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама